Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Şehit aileleri"nin gösterileri, bizatihi devlet tarafından desteklenen ve yönlendirilen milliyetçilik ve vatanperverlik cereyanının gitgide nasıl anakronikleştiğini, en azından kibarca bir söyleyişle "zamansız"laştığını gösteren ibretlik bir hâdisedir. Ateş dün düştüğü yeri yakmıştı, bugün de öyle. Türkiye'nin dış politika önceliği artık PKK mihraklı bir bölücülük hareketi olmaktan çıktı; görünürde AB'ye taraftar ama fiiliyatta ABD'nin bölge çıkarlarına uygun bir diplomatik çerçeve içindeyiz.

PKK'ya karşı devletin verdiği mücadele, toplumda milliyetçi vatanperverliğin pratik bir zemin oluşturmasına yol açtı. Milliyetçiliğin en tehlikeli tarafı, daima bir, "vatan tehlikede" ikazına ihtiyaç hissettirmesindedir. Vatan tehlikeye düşünce milliyetçi cereyanlar yaygınlaşır ve tabiilik kazanır; bu uzvî refleksin aklıbaşında bir siyaset veya düzgün bir siyasi fikir haline gelmesi çok zor. Milliyetçiliğin siyaset sahnesinde temsili, başlı başına netâmeli ve üstesinden gelinmesi müşkül bir problem; en azından Türkiye'deki tatbikatı bu teoriyi doğruluyor. Diğer taraftan işin fikriyatını yapabilecek kalitedeki insanların milliyetçi çevrelerde itibar görmesi, bizatihi işin tabiatına aykırıdır: Aktif siyaset teoriden ziyade harekete kıymet verir; siyasette seri hareketin fikirleştirilmesi için slogandan başka yol yok. Sloganla harekete geçenler, bir başka sloganla duraklamak veya yön değiştirmek zorundadırlar. Türkiye'de milliyetçilik, konjonktür icabı yükselip gerilerken derin fikriyattan ziyade pratik ve sığ sloganlarla günü kurtarmayı tercih etti; fikriyata ağırlık verebilmiş olsaydı belki % 20'ler civarında temsili hiç mümkün olmayacak ama buna mukabil son derece etkili ve ağırlıklı bir kültürel, siyasi ve fikri nitelikte "sivil sıklet" oluşturabilecekti. Türk milliyetçiliği adına yazanlar, söyleyenler ve hareket edenler bu ağır zihnî vazifenin altından kalkamadılar; partileşmeyi tercih ettiler, "vatan tehlikede" çığlığının gölgesinde varlık bulabildikleri için konjonktüre tâbi oldular ve tesirleri de aynı "şehit aileleri" gibi daima konjonktürel vaziyetlere bağlı kaldı.

Açıkça ifade etmek gerekirse bugün "kendilerine mahsus gerekçelerle " Avrupa Birliği'ne muhalif tutum takınmak, milliyetçi siyasetin "olmazsa olmaz"ı değildir; vaktiyle telaffuz edilen ve hâlâ terennümünden vazgeçilmeyen "AB'ye biz de taraftarız ama şartlarımız var" yaklaşımının savunulabilir tarafı yoktur. Milliyetçilik özünde "endüstriyel" bir kavramdır ve Türkiye'de milliyetçiliğin teşekkülü hep "batıcılık" konsepti içinde gelişmiştir; bugünün milliyetçileri, ideolojik ekseni batıdan doğulu ve İslâmî bir çerçeveye kaydırmaya niyet ettiklerinde, bu yer değiştirme işleminin entelektüel hesaplaşmasından kaçınmışlar ve meseleyi basit bir politik mevzi değiştirme olarak algılamışlardı; vaktiyle kapatılmamış olan bu hesap, şimdiki kuşak milliyetçilerinin önüne konulmuştur ve ne yazık ki onlar da karşılaştıkları problemin mâhiyetine ve ne idüğüne nüfuz edebilecek klâsta görünmüyorlar. "AB Uyum kanunlarını destekleyen altı partinin altısı da bölücülerin yanındadır" cümlesi, bana göre vaktiyle hesaplaşılmamış ve lâyıkınca düzeltilmemiş ideolojik tortuların husûle getirdiği bir zonklamadan ibarettir ve günümüzün siyasi tablosunda kıymet"i harbiyesi yoktur. Bu tutumda ısrar, milliyetçi siyaseti marjinalleşmeye götürür; tıpkı şehit ailelerinin dillendirmeye çalıştığı taleplerin gitgide daha marjinal göründüğü gibi.

AB meselesi, Türk siyasetinin gerçek problemlerini görünmez kılan bir sun'i ortam yarattı. Aynı hükümetin başarısızlığını paylaşan partilerin şimdi AB etrafında iki farklı taraf tutarak daha şimdiden seçim meydanlarında zihin karıştırmaya niyetlenmeleri ne kadar garip. AB'ye taraftar olanlarla ona karşı çıkanların gerekçeleri ise tutarsızlıkta birbiriyle rekabet halinde. Aradan yüz sene geçmiş olmasına rağmen hâlâ safdil Jöntürk heyecanı ile zaptiye"hafiye kafasının birbiriyle didişmesinden hâsıl olabilecek hiçbir fayda mevcut değildir.

Yüz sene öncesi hakkında hüküm veremeyenler, muasır zamanları yorumlamak hakkını da kaybederler.