Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir televizyon kanalının düzenlediği güzellik yarışmasında sergilenen görüntüler sebebiyle RTÜK'ün verdiği kapatma cezası "malum medya" tarafından tepki ve istihzâ ile karşılandı.

RTÜK'ün kapatma cezası, henüz rüşdünü bile isbat yaşına gelmemiş 14 yaşlarındaki kız "çocuklarının" mayo vesair giyeceklerle yarı çıplak ekrana çıkmalarına karşı doğru ve haklı bir tepki idi. Yazarın biri, "ahlakı korumak RTÜK'e mi kalmış; bu görüntüler evvela kızları, sonra da onların ailelerini ilgilendirir" mahiyetinde iğrenç bir mütalaa ileri sürebildi. Omurgasızlık her türlü nokta—i nazarı dermeyân edebilir; aynı kalem bir süre sonra aynı meselede tamamen aksi bir fikri de müdafaa ederse şaşmayız. İşte bu gibi gerekçelerle Türkiye'de "fikir suçundan" önce "fikir samimiyeti"nin koğuşturulması gerektiğine inandım hep.

"Son sayfa güzeli?"

Bazı gazetelerin son sayfalarında şaşmaz bir intizamla her gün mayolu, yarı çıplak veya tamamen çıplak genç kız resimlerini yayınlayan mantığın arka yüzünü hep merak etmişimdir; bu resimlerin altında asla ipe sapa gelmez resimaltları yazılır: "Spiker olmak istiyor... Sıcaklar bunalttı... İkinci kez doğdu" kabilinden mânâsız şeyler. Belli ki resimaltı, sadece bu resmi görmekle hoşnut olacağı düşünülen okuyucuya karşı gerzek muamelesi yapmış görünmemek için, "ayıp olmasın" düşüncesiyle yazılmaktadır. İngiltere'de bazı tabloid gazetelerin "üçüncü sayfa güzeli" nâmıyla böyle bir âdet yerleştirdiklerini biliyoruz. Herhalde bizimkiler de bu geleneği batılı tabloidlerden kopye çekmiş olsalar gerektir.

Bu kabil resimleri muntazaman yayınlayan gazetelerin önce kadın cinsine, daha sonra bütün okuyucularına hakaret ettikleri niçin hissedilmiyor? Kadının vücudunu ve çıplaklığını ticari meta haline getirmek, aslında son derece sarih bir tarzda kadını metâlaştırmak ve feministlerin tâbiriyle "cinsiyet ayrımı" yapmak değil midir? Kadını metâ olarak gören ve aşağılayan dünyada feminizm haklı bir isyan çığlığı idi ama modernitenin iğvâlarına baş eğmiş bir dünyada feminizm, kadın cinsinin istismarını meşrulaştıran bir noter olarak servis verebiliyor sadece. İkitelli medyasının günlük eklerine yuvalanan "yerli" feministlerimizin kadın meselesinden anladıkları, hayatı bölüşmek yerine kocasına çemkiren, daha çok kozmetik mâmûlü tüketmeye zorlanan, plajda bikini giymek için perhiz yapmaya şartlandırılan otoriter, kazanç ve inisiyatif sahibi bir kadın nesline öncülük yapmaktadır; bu duruşlarıyla yerli feministlerimiz, kadın meselesinin ulvi taraflarını modernitenin tüketim kalıplarına pazarlamaktan başka bir şey yapmış olmuyorlar; nitekim bu tür bir feminizm anlayışı çoktan beridir çalıştıkları yayın organlarında bile alay mevzuu haline gelmiş bulunuyor.

"Güzel kızlar cennete?"

Genç kızlar arasında güzellik yarışması düzenlemenin mantığını düşünelim; "en güzel kızı fişmekan yarışma için Avrupa'ya yollayacak, bir araba, bir daire ve ölene kadar bedava kozmetik ürünleri hediye edeceğiz" vaadi bile daha az güzel olanların bu "nimet"lere layık olmadıklarını zımnen kabul eder. Aynı mantığa göre en güzel kızların zengin olmak, müreffeh bir hayat sürmek, pahalı bar ve kulüplerde eğlenmek, reklam filmlerinde rol almak gibi "ayrıcalık"ları tabii bir hak gibi gösterilir. Güzeller, en güzel olduğu için ödüllendirilirken, daha az güzel olanlar ise yeterince güzel olmadıkları için cezalandırılırlar. İşte bu noktada kadın güzelliği "ticari metâ" haline gelir. Kadın güzelliğinin ticarileşmesi ile "şehevîleşmesi" aynı şeydir ve böylece kadın cinsiyetinin güzelliği (ve tabii çıplaklığı) üzerine kurulan devasa (moda tabirle "global") bir endüstri vücut bulur. Akıllı ve işlerin nereye sürüklendiğini farkeden az sayıda samimi feminist haricinde diğerleri, netice itibariyle bu global pazarlama endüstrisine "yardakçılık" yapmaktan kurtulamıyorlar.

Bu bir nevi cinsiyet faşizmi değil mi?

Kadın cinsinin bu derece vahşi bir istismara konu teşkil etmesi hiç şüphesiz evvelemirde erkek cinsinin mârifetidir. Beşeri hukuk, bidayetinden beri küçük istisnalar dışında erkekler tarafından biçimlendirildi; toplumda geçerli normları, değer yargılarını erkekler belirledi ve kadın hemen her kültürde baskı altında tutulan kolayca galebe edilebilen bir cins haline geldi. XIX. Yüzyılla birlikte ilk kadın hareketi, endüstrileşmiş batılı toplumlarda protesto mahiyetinde yükseldi ve modernizmle birlikte evrensel bir yaygınlık kazandı; XX. Yüzyıl'da feminizm, varlığını borçlu olduğu endüstriyalizme ve moderniteye "borcunu" ödemeye başladı; eskiye nisbetle toplum hayatına daha aktif tarzda katılmaya başlayan kadınlar, bedeli, çıplaklıklarının, bedenlerinin ve güzelliklerinin metâlaşmasına rızâ göstererek "hürriyet"lerine sahip oldular!

Bir otomobilin, bir motosikletin, bilgisayarın veya diş macununun satış şansını artırmak veya tanıtımını sağlamak için kadın çıplaklığından yararlanmak, felsefî planda "kadın" fikrini aşağılar zira tüketici dikkati, satılan metâdan (bilgisayar veya diş macunu) ziyade ona refakat eden objeye yöneltmek suretiyle kadını aşağılamakta ve tüketiciyi aldatmaktadır. Bu felsefî ihanetin medya yoluyla meşrulaştırılması ise elbette "cinsiyet ayrımcı" bir eylemdir ve caydırılması son derece tabiidir. Ekran karartmanın mantığına iştirak etmiyorum ama kadın cinsinin aşağılanması mutlaka ceza görmelidir ve RTÜK bu bakımdan Türk hukuk külliyatına geçecek bir karara imza koyduğu için desteklenmelidir.

Afîfe Jâle'nin iç içe geçmiş çifte dramı

İslâm'ın tarihi tatbikatında oluşan kötü ve yanlış gelenekler sebebiyle İslâm dünyasında kadının baskı altında tutulduğu yolundaki edebiyat vaktiyle hayli etkili olmuştu ve doğrusu tarihi ve kültürel örnekler bu edebiyatı destekler mahiyetteydi. Aslında İslâm'ın kadına içtimai alanda ve aile hayatında ne kadar dengeli bir mevki verdiği yolundaki savunmalara bir yenisini ekleyecek değilim; ne var ki kadın üzerindeki tarihi ve kültürel tortular bile kadın cinsinin bugün maruz kaldığı evrensel sömürüye —neredeyse— tercih edilecek kadar mâsum görünüyor ve bu sömürünün sözde kadın hakları şampiyonları tarafından her gün yeniden üretilmesi entelijansiyamızın şaşılığını göstermesi bakımından şaşırtıcıdır. Onlar nazarında Türkiye'de kadının toplumsal hayata iştiraki yolunda en dramatik örnek diye sunarak azizeleştirdikleri Afîfe Jâle Hanım'ı ele alalım: Afife Jale tiyatro sahnesine çıkmış ilk Müslüman—Türk kadını olarak övülür ve yüceltilir; halbuki o talihsiz hanım, bugün medya ve reklam dünyasında eti, teni, çıplaklığı ve güzelliği amansızca telef edilen manken, şarkıcı, sunucu, vb. neslinin gerçek öncüsü sayılmalıdır; doğrusu bu hikâyede hiç de dâsıtânî unsurlar yoktur ve Afife Jale ancak dramatik bir sömürü çığrının başlangıcında yer alan isim olması hasebiyle ardından sadece üzülmek gereken bir hanımdır.

RTÜK'ün kararını destekliyorum ve herhalde bu tavırla birlikte kız evlat büyütmenin zorluklarını bilen binlerce ailenin duygularını da temsil ettiğim inancındayım fakat esasında zamane feministlerinden daha "ileri" bir adımı temsil eden bu tutumun "kadın cinsiyeti"ni tüketmek üzerine tezgahlanmış koca bir endüstri karşısında pek cılız bir tepkiden ibaret kalacağını da kestirebiliyorum. Olsun; doğru olduğuna inanılan bir meselede azınlık—çoğunluk hesabına bakılmamalıdır.

Bu "Lolita"lar kimin kızı, kimin kardeşi?

Kadınlar her zaman erkeklere nazaran daha fazla eziyet ve ızdıraba mâruz kaldılar ama kadın cinsinin, XX. yüzyılda olduğu kadar tarihin hiç bir asrında zulüm ve baskı altında kalmadığı, tüketilmediği ve sömürülmediği de bâriz bir hakikattir. Haklı tepkilerinde dozu kaçıran feministlerin, bugün itibariyle evrensel kadın haklarına faydadan ziyade zararlarının dokunduğu düşüncesindeyim. Henüz büluğ çağına bile ermemiş sabî—sıbyanın "lolita, çıtır" gibi behîmî sıfatlarla adlandırılması bile medyatik kültürümüzün yüz karası sayılmak icab eder. Kadın güzelliği ve çıplaklığı üzerine kurulu tüketim alışkanlığının temel hak ve hürriyetlerle bir ilgisi olmadığı gibi tam aksine bu endüstri, yeni çağda kadın imajına indirilmiş çok ağır bir darbe olarak nitelendirilmelidir. Bu ölçüler çerçevesinde dileyenin dilediği gibi fotoğraf çektirmesi, dağıtması veya yayınlamasına elbette karışılamaz ve bu eylemi özendirmek ve övmek elbette cezalandırılmalı, en azından müsamaha ve anlayış görmemelidir.

Ne garip Afife Jale'nin ilk ismi "iffetli olan" anlamına geliyordu; bugün bu talihsiz hanımı bayraklaştıranların açtığı çığır, tam tersine iffeti zedeliyor.

Türkiye Günlüğü'nün Meclis sayısı

Türkiye Günlüğü dergisi 60. sayısında "Meclis" fikrini ele alıyor. TBMM'nin tarihi, demokratik hayatımızdaki yeri ve Meclis fikrinin karşılaştığı problemler konusunda derli—toplu, aydınlatıcı bir sayı olmuş. Meclisten ziyade yönetime devletin derinliklerinde barınan güçlerin egemen olduğu bu süreçte Türk aydınlarının Meclis'lerine sahip çıkmaları çok güzel.

Bilgi için: Türkiye Günlüğü dergisi, 0312 417 09 58