Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Teknoloji terfi ettikçe, teknolojiye yabancılaşıyoruz. Her yeni ürün, bizi âlet kullanmak konusunda biraz daha beceriksiz kılıyor ve böylece gitgide üretim fikrinden uzaklaşarak, bütün marifeti "guide", kullanma rehberi okumaktan ibaret kalan pasif tüketiciler haline geliyoruz.

Siz de onlardan mısınız: Hani batı yapımı, özellikle Amerikan menşeli filmlerde hasetle seyrettiğimiz bir kalıp vardır: Aktör, otomobiliyle bitki türleriyle süslü tenha yollardan evine doğru ilerler, gayet bakımlı çiçekler ve ağaçların süslediği bir bahçenin önünde yavaşlayarak direksiyonu, evin bitişiğindeki iri garaj kapısına doğru çevirir; uzaktan kumanda cihazıyla kapıyı açar ve otomobil garaja girer. Garajın bir köşesi baştan başa takım-taklavat ile doludur; daha çok bir tamirci dükkanını andırmaktadır. Aletler itina ile duvara yerleştirilmiştir, önünde de çalışmaya mahsus bir tezgâh.

Siz onlardan mısınız; "benim de orta sınıf Amerikalılar kadar imkânım olsa, evimin bir köşesini mutlaka âletlere ayırırdım" diyenlerden misiniz?

O filmlerde çok tekrarlanan bir klişe daha vardır: Evin erkeği ne zaman bozulan banyo musluğunu veya elektrik düğmesini tamire yeltense eşi yalvar-yakar araya girerek onu bir profesyonel tamirci çağırmak konusunda iknâya çalışır hani!

Alet sahibi olmak, her zaman o avadanlığı iyi kullanmak anlamına gelmeyebilir. Kabiliyet midir bilmem, bazıları mekanik arızaları çözmekte doğuştan yatkındır; on paralık hurda bir tel parçasıyla arıza giderir, kibrit çöpüyle mobilya tamir ederler. Bunun tam zıddını teşkil edenler ise, eşlerinin, "aman sen sakın evde tamire kalkışma, ben servisten adam çağırtırım" diye yalvardığı tiplerdir. İş görmeye bayılıp can atar ama her defasında ortalığı darmadağınık edip, söktükleri âletin artan parçasıyla ne yapacağını şaşırırlar. Ben kendi nâmıma her iki âlet kullanan (veya kullanmaya kalkışan) adamı sempatiyle karşılıyorum çünkü üçüncü bir sınıf daha vardır ki, çoğumuz o kategoride bulunuruz. Bunlar meseleye ilgisiz tiplerdir; ne evlerinde âlet bulundurur, ne de kullanmaya heves ederler; içlerinde tencereyi kapağı ile buluşturmayı beceremeyen, resmen 'âlet özürlü'ler bile vardır.

Bir dostum anlattı; arkadaşı bir yabancı hanımla evliymiş ve hanımı eşine her yaş gününde veya hediyeleşme vesilelerinde, bizim avadanlık dediğimiz âletlerden armağan edermiş: Bir pense, bir tornavida veya lokma takımı, bir budama makası...

Doğum gününüzde eşinizin veya bir başka yakınınızın size cicili bicili, kırmızı kordelalı bir paket içinde bir keser hediye ettiğini düşününüz; çoğumuz -eğer espri duygumuz yüksekse- bunu bir şaka kabul eder güleriz ama bu hediyeleşme tarzını hakaret telakki edenler de çıkacaktır aramızda. Bitmedi, o yabancı hanımın babası, her sene torunlarına, yaşadığı ülkeden buna benzer âlet setleri gönderip dururmuş.

Çocuklara mahsus mağazaların oyuncak bölümlerini seyretmeyi çok severim; orada çocuklar için plastikten mâmul İngiliz anahtarı, testere, tornavida benzeri oyuncaklar da görmüştüm fakat kendi işini bizzat görecek çağa gelmiş bir çocuğa, basit ev âletlerini -minyatürü olsa bile- hediye niyetine teslim edecek bir ebeveyn tahayyül edebilir misiniz? Bizde böylesi zor bulunur: Hemen, "şimdi bununla ya bir şeyleri kırıp döker veya kendine zarar verir" diye düşünür, öyle bir fikir aklımızdan geçse bile kolaylıkla vazgeçeriz. Doğrusu apartman cinsi meskenlerde yaşıyor olmak da bu konuda hayli caydırıcı tesir yapıyor.

Halbuki bu tür hediyeleşmenin mesajı ve anlamı açıktır; insan, âlet kullanan ve hatta âlet imâl eden (Homo Faber) bir yaratıktır. Vitrinlerde, gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında görüp hayran olduğumuz her şey, her incelik, her teknolojik hüner ve tazelik, âlet yapan bazı insanların eseri. Homo Faber, yani âlet yapan ve kullanan insan, çevresini ve hayat şartlarını değiştirebilme, onun üzerinde tasarrufta bulunabilme iktidarına sahiptir. Tam bu noktada âlet kullanan insanla (Homo Faber), olguları zihni mücahede ile kavrayan ve yorumlayan insanı (entellektüel) mukayese ederek birini tercih etmekte mânâ yoktur; açıktır ki bu iki temel insâni özellik, birbirini desteklemek ve bir arada bulunmak zorunda.

Meselenin bir başka dikkate değer tarafı ise, modern insan dediğimiz cinsin, giderek âlet kullanmaktan uzaklaşmakta olduğudur. Modern insan, önüne kapalı bir devre, tamamlanmış bir bütün halinde konulan hizmet paketini (kit) kullanır ve ona nüfuz etmeyi aklından bile geçirmez; esasen üretilen modern ürünleri pazarlayanlar, "sakın içini açıp bakma; bozulursa servisine götür; kurcalanan mal garanti kapsamından çıkar" yollu tehditlerle, evlerde âlet bulundurmayı lüzumsuz gibi gösteriyorlar. Böylece sıradan bir evde, işe en çok yarayan, en kullanışlı âlet telefon (veya internet) haline geliyor; bir telefonla tamir ettiremeyeceğiniz veya üstesinden gelemeyeceğiniz hiçbir ârıza yok gibidir.

Ne garip, ben artık telefon kullanmakta bile iyice beceriksizleşen bir kuşak içinde yerimi alıyorum; şaka değil, satıcının ifadesine göre birçok marifeti olan telsiz telefonu programlamayı beceremediğim için, onu yüz sene önce telefonun ilk icad edildiği günlerde olduğu gibi kullanıyorum; bilgisayarda işimi görmek için gün aşırı teknik akıl almam gerekiyor. Halbuki bundan beş-altı sene önce bilgisayarımı küçük parçalarına kadar söküp elektrikli süpürgeyle temizliyor ve sonra parça artırmadan bir araya getirip çalıştırabiliyordum. Bu faslın özeti şudur: Teknolojide terfi ettikçe, teknolojiye yabancılaşıyoruz. Her yeni ürün, bizi âlet kullanmak konusunda biraz daha beceriksiz kılıyor ve böylece gitgide üretim fikrinden uzaklaşarak, bütün marifeti "guide", kullanma rehberi okumaktan ibaret kalan pasif tüketiciler haline geliyoruz. Etrafımızda acentalardan, temsilcilerden, servis elemanlarından ve müşteri temsilcilerinden oluşmuş bir ordu ile yaşıyoruz; gerektiğinde onlar bizim işimizi yapıyorlar, biz ise onları bir telefon yakınlığında hissetmenin rahatlığı içinde giderek beceriksizleşip durmaktayız.

Türkiye'ye bir de bu gözle bakınız: Teknik eğitim neredeyse ikinci sınıf eğitim sürecine dönüştürülmüş durumda; pek çok kamu kuruluşunda "Ar-Ge" bölümlerinin lâf olsun kabilinden ayakta tutulduğu, kendisinden yaka silkilen problemli elemanların kızağa çekilmesi için ideal bir yer haline getirildiğini hatırlayınız. Sanayi sitelerimizde kendi âletini ve kendi takım-tezgâhını yapan usta sayısı parmakla sayılır derecede azaldı.

Alet tutan elimizin kötürümleşmesi demek değil midir bu?

Evlerimizde hangi âletleri bulundurduğumuza bakalım en iyisi; nedense hep ucuzcudan tedarik edilmiş, ilk kullanımdan sonra işe yaramaz hale gelmiş çekiç, tornavida, bazen bir testere gibi birkaç âlet vardır; bu listeye -meselâ bir matkap- ilâve edenleri saysak, liste hızla ufalıverir.

Gidişat mâlum, ama bir yerinden işe başlamak gerek; en anlamlı başlangıç noktası ise çocuklar. Onlara top, oyuncak araba, bilgisayar oyunu, bebek vesaire yerine kullanabilecekleri türden âletler hediye etmeyi âdet haline getirmemiz lâzım. Yeni ev yaptıranlara, yuva kuranlara, evlenenlere tabak çanak götürmek yerine el avadanlığı hediye etmeyi artık tabii fikir gibi görmeliyiz. "Amcasından evli çifte bir lokma takımı!" meselâ. Hediyeleşmek de şart değil elbette; işe çok daha mânidar bir yerden başlamak da mümkün.

Haydi, biraz da kendimizi şımartalım: En son kendinize ne zaman şöyle elli sene kullansanız aşınmaz cinsinden pırıl pırıl bir pense hediye etmiştiniz?