Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Erzincan şaşırtıcı bir türkü yatağıdır; batısından Tozanlı deresi etrafında yoğurulmuş nağmelerle, güneyinde Arguvan ağzının türkü geleneğiyle, doğusunda Erzurum'un bir başka vadide seyreden birikimiyle temas halinde olmasına rağmen yine ancak kendisiyle tarif olunur bir renk taşır. İşte Davud Sulari'den sonra bu rengin ikinci Erzincanlı ustası da ardında bir erkek sadâsı bırakarak rahmete intikal etti.

Sağlığında demiş ki, "Gerçekleri göstermek, gerçeğe kavuşmak ve gerçeği olduğu gibi insanlara anlatmak için çalışmış bir insanım. Câhilden uzak, kâmile yakın oldum; büyüklerime saygıyla, küçüklerime sevgiyle yaklaştım. Konuşurken her kelâmı ibadet gibi dinledim, kimseyi âcizlik ve bilgisizlikle itham etmedim... Bu icraatım boyunca hiçbir maddi menfaat sağlamadan, insanların duygularını sömürmek gibi bir yanlışa meydan vermedim." Bu sözler sanatı ve sanatçıyı târif etmez, "adam"ı çerçeveler. Ben Ali Ekber Çiçek dinleyerek büyümüş bir kuşağa aitim; zihnimi yokluyorum ve bu sözlerini nakzeden bir hâl ü kâlini hatırlamıyorum. Yakından tanıma fırsatım olmadı, bir konserini bile dinleyemedim ama bizim kuşağın zihninde bir Ali Ekber Çiçek fenomeni vardır ve o, bu imajı sarsmadan emânetini sahibine teslim etti.

Allah rahmet etsin; biz Ali Ekber Çiçek'i severdik; onun Alevi olduğunu duyardık; Alevilik bizim çocukluğumuzda daima, etraf kolaçan edildikten sonra kısık sesle telaffuz edilen, daha doğrusu doğru dürüst seslendirilemeyen bir gerçeklikti. Aleviler de, mâlum sebeplerden ötürü Alevi kimlikleriyle bilinmek istemez gibi davranırlardı. Mezhep farklılıklarının, millet teşkil etmeye mâni olmak bir yana, kültürel nokta-i nazarda pekiştirici bir rol ifa ettiği pek dillendirilmemiştir: Ali Ekber Çiçek böyle bir değerdi.

İlginç bir anekdot: Gazeteci Ersin Kalkan'ın, 17 Eylül 2005 tarihli Hürriyet'te yayınladığı röportajda, Ali Baba, herkesin sevdiği ve saygı duyduğu yanını şu hatırasıyla hikaye ediyor: "...ben insan ayırımı yapmam. Sazımı aldığımda 7 milyar insanla yekvücut olurum. 30 yıl önceydi. Eyüp Camii'nin imamının benimle tanışmak istediğini söylediler. Baktım ki umran görmüş, cehaleti yenmiş, olmuş bir adam, sevdim onu. Beni evine çağırdı. Karısının, kızlarının başı kapalı. O ulu imam bir rakı koydu sofraya. 'Bu senin için Ali Baba.' dedi. Ben yedim, içtim, söyledim. Ben rakıyla demlendim, onlar türküyle."

Türküyle demlenmenin nasıl bir şey olduğunu erbâbı bilir deyip aynı röportajdan bir başka Ali Baba anekdotuna geçelim. Sohbet esnasında konu Aleviliğin radyoda sansüre uğrayıp uğramadığına geliyor. Rahmetli Çiçek diyor ki:

-Ah be can dostum; bu memlekette yaşayıp da o canavarla karşılaşmamak mümkün mü? Sanıyorum 1969 senesi. Süleyman Demirel başbakan. Ben o sıralarda sevilen bir türkü var onu okuyorum: 'Hüseyin'im yeşil giyer eynine / Hiçbir hile getirmezdi göynüne / Kurdu kuşu lütfeylemiş kendine / Mülke de Süleyman ne güzel uymuş...' Başbakan Yardımcısı radyoyu arayıp 'Süleyman'la ilgili kısmı çıkarın türküden' demiş. 'Demirel ne zaman padişah oldu?' dedim ve türküden bir kelime bile çıkarılırsa çekip gideceğimi söyledim. Çıkarmadılar. Daha sonra öğrendim ki Demirel her sabah benim türkülerimi dinleyerek başlarmış güne. Bana da, her bayramda kart atardı. Bir de 12 Mart döneminde bir türkümden Ali'yi çıkarmak istediler. O türkü de şöyle: 'Ali'nin sırrına ereyim dersen / Bir mürşid-i kamil bulanlar gelsin / Gönül Kâbe olmuş hem Beytullah'tır / Ol bahr-i ummana dalanlar gelsin...' Söylesenize Allah aşkına bu türküden Ali'yi çıkarırsanız geriye ne kalır...

Ali Baba'yla ilgili en güzel nükteyi, sağlığında bir ekşisözlük yazarı yapmış: "Bizi verem etti tüketti, kendisi hâlâ yaşıyor."

Milletine hizmet edenler, başka bir boyutta yaşarlar. Sevenlerine, hayranlarına, ailesine başsağlığı dilerim.