Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türk kamuoyu, Filistin'in Gazze şeridindeki mültecilerin ahvâli ile hemhâl olamadı; onun yerine çok daha önemli (!) başka meselelerle uğraşmamız öngörüldü. İki partinin ideolojik bir mesele hakkında kurdukları ittifak, gündemi fırtına gibi dalgalandırdı; halbuki Gazze'de İsrail'in amansız ablukası altında bunalan Filistinliler, yine İsrail tarafından Gazze'nin etrafını çeviren modern Berlin duvarını onlarca yerinden delerek kitleler hâlinde (700 bin kişi) Mısır'a geçmişlerdi ve bu haber henüz ehemmle mühimm arasında sıhhatli tefrik yapabilmek melekesini kaybetmemiş bütün ülkelerde birinci sıradaydı.

O fotoğrafı hiç unutmayacağım; gazetenin biri, yeterince büyük bir oyuk bulunamadığı için Gazzeliler tarafından bir vincin ucuna bağlanarak hududun öteki yakasına geçirilen devenin fotoğrafını yayınlarken, bu dramda aslında neyin haber olduğunu kendince vurgulamaktaydı:

Deve!

TOPLUMUN ASIL DERDİ, GEÇİM VE KONFORUN YÜKSELMESİDİR

Sezon sonu indirimleri gibi senede birkaç defa tekrar edilen bir ritüelle karşı karşıya olduğumuzu artık görmeliyiz; ideolojik gerginlikler, Türkiye'de muktedir zümrelerin en çok sevdiği oyundur. Sadece Cumhuriyet değil, ilk Meşrutiyet ilânından beridir tekrarlanmaktan posası çıkmış ideolojik kavgalar gündeme getirilir ve sanki Türkiye büyük bir mahvoluşun eşiğinde imiş gibi heyecan yaratılarak güyâ siyaset üretilir. Bu gerginlikte kendinizi taraf gibi hissettiğiniz andan itibaren, -eski tâbirle- ihtiyârınız elden gider ve ne olup bittiğini anlamadan sürüklenmeye başlarsınız. Şu anlı-şanlı II. Meşrutiyet'in ilânına bir de yakından bakalım meselâ: Tarihler, bu hadiseye ahalinin pek sevindiğini, şenlik ettiğini, artık kuzunun kurtla gezeceğini ve bütün dertlerin biteceğini zannettiğini ileri süren anlatımlardan geçilmiyor; oysa ki bu hareket esasında pek basit bir iktidar ve rejim değişikliği manevrasından ibaretti ve ahaliyi zerre kadar ilgilendirecek bir yanı bulunmuyordu. Ertesi sene zuhur eden 31 Mart isyânı, yine bazı tarihçilere göre müthiş bir gericilik ayaklanmasıdır (hatta, bu tarihçilerden bazıları, isyan esnasında 'şeriat isteriz' diye bağıran askerleri, gericiliğin isbatı diye gösterirler!). 31 Mart'ın ideolojik bir yanı bulunmadığını, iktidara geldiğini zanneden grubun hizipleri arasındaki iç çatışmanın sokağa dökülmüş hâli olduğunu, ahalinin yine eskisi gibi kendi derdi ve gündemiyle meşgul olduğunu bilenler bilir; bilmeyenler ballandıra ballandıra anlatır dururlar.

İDEOLOJİK DEĞİL; SADECE PRATİK

Mesele ne ilericilik, ne gericiliktir; mesele iktidarı kimin, hangi tarzda kullanacağı meselesidir. Eğer zannedildiği gibi Türkiye'de kitlelerin siyasetle, ideolojik tutumla çok yakından alış-verişi bulunmuş olsaydı, en ziyade Cumhuriyetin ilanı esnasında muhalefet göstermeleri, yeri göğü inleterek isyan etmeleri beklenirdi; halbuki Cumhuriyet ilanı, iktidar ehramının tepesindeki küçük bir muktedirler topluluğundan başka kimsede tepki uyandırmamıştır ve bu husus nedense pek hatırlanmaz.

Verilecek örnek çok; geçelim 27 Mayıs 1960'a. Toplumun büyük desteğiyle üç kere üst üste açık farkla seçim kazanarak iktidara gelen DP; Ordu ve CHP işbirliği tarafından alaşağı edildiğinde de o kitlenin homurdandığını, kımıldandığını, kıyama yeltendiğini görmüyoruz. O hep başka bir şeyle meşgul; siyasetle ilgileniyor gibi görünüyor ama -haydi biraz kestirmeden söyleyelim- siyasetten beklentisi ideolojik olmaktan ziyade pratik. DP'ye oy veren büyük kalabalıkların, Demokrasi'ye veya Liberalizm'e âşık oldukları yoktu, CHP'ye duydukları küskünlüğün sebebi de tek parti rejiminin politik baskıları değildi; onlar CHP'li yılların kötü yönetilen iktisat politikalarından, yokluktan, geçim darlığından bunalan insanlardı. Yukardaki parti yöneticilerinin, devlet elitlerinin dillerine pelesenk ettiği, "Demokratlık, İnkılapçılık, vb" gibi kavramları, sadece onların gönlünü hoş etmek için tekrarlıyorlardı. DP alaşağı edilince üzüldüler şüphesiz ama "gerici bir ayaklanma"ya filan da girişmediler.

Dün öyleydi; bugün de -üç aşağı beş yukarı- böyledir.

GERİLİM İSTEMİYORUZ; ANLAYIN!

Basit tarzda anlatmak gerekirse, siyasi hayatımızın üst yapısını teşkil eden zümreler arasında ideolojik zıtlıklar sanki büyük bir mana ifade ediyormuş gibi izlenime kapılırız; buna mukabil siyasetin zemininde aynı zıtlık ve gerginliğin izleri yoktur; öyle olsaydı gün aşırı iç savaşa tutuşmamız, birbirlerini doğramadan edemeyen bazı Afrika kabileleri gibi düşman mahallelere ve bölgelere ayrışmamız gerekirdi.

Öyle değil; kesinlikle öyle değil. Sokağa, çarşı-pazara bakın; kimse böyle şeyleri konuşmuyor: Alışveriş, akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, geçim, gidişat işlerinin hallinde ideolojik nirengiler kaale alınmıyor. Bu durum çok fâzıl, çok öngörülü, pek barışçı bir topluluk olduğumuzdan mı kaynaklanıyor, bilemem fakat kesinlikle mâlum olan şey, yukarıdaki ideolojik kutuplaşmanın, tabanda birebir yankılanmadığıdır.

İdeolojik ihtilafların yukarılarda bu kadar köpürtülmesinin sebebi, Türkiye'de siyaset yapma aralığının (bütçe imkânları sebebiyle) darlığı kadar, bu tarzda siyasetin kolaylık ve ucuzluğudur. 22 Temmuz seçimleri, Türk siyasi hayatında toplumun bâriz ideolojik gerilim eseriyle sandık başına gittiği en önemli seçim oldu ve siyasetin zirvesinde etkili sonuçlar meydana getirdi. Artık her şeyin normalleşmesini beklerken yeniden ideolojik gerilim siyasetine yüklenmek, bu defa sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.

Meselelerimizi gerçek boyutlarıyla görüp algılamak ve ona göre çözüm üretip enerjimizi o istikamete yoğunlaştırmak ihtiyacındayız. İktidarı veya muhalefeti ile siyasetin bütün aktörleri bu gerçeği görmeli ve kabullenmelidir; aksi takdirde orta vadede toplum, gerilim üzerine oynayan parti ve aktörleri tasfiye edecektir kanaatindeyim.

İkaz mı; evet, ikaz. Anlamasını bilene!