Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sebebi ne kadar karmaşık olursa olsun bir tren kazasının sebeplerini ortaya koyacak bilgi birikimine sahibiz ama bu birikime güven duymak yerine, dışardan demiryolu uzmanı davet etmekte ısrar ediyor, hatta kararın ne kadar haklı olduğunu savunabiliyoruz

Tren kazasının ertesinde, soruşturma için yurtdışından uzman çağırıldığı haberini duyunca tepkimi şu satırlarla ifade etmiştim: "Kazayı tahkik için İspanya'dan, bilmem nereden bilirkişi çağırılması da başka türlü bir ciddiyetsizlik. Demiryolu, sanayi inkılâbının ilk ürünü sayılır; mekanik esasa dayalı, nisbeten basit bir teknoloji. O kazanın teknik raporunu bu ülkede en mükemmel şekilde tanzim edebilecek en az bin tane uzman vardır. Yurtdışından bilirkişi çağırmak işin fiyakası, 'işi çok ciddiye alıyoruz' havaları. Belli ki kazanın sebebi öyle çok girift, sofistike, akıl almaz sebeplere müstenid bir şey değil."

Meğer yanlış düşünüyormuşum; meğer, en basit demiryolu kazası için bile yurtdışından uzman çağırmak gerekiyormuş, meğer bu kazanın sebeplerini ortaya çıkarmaya ehil bir teknik eleman heyetini Türkiye'nin beşeri birikimi içinden bir araya getirmek mümkün değilmiş!

Nitekim kazadan sonra gazetelerde, kazanın sebepleri ile ilgili spekülasyonların ardı arkası kesilmedi. Bu arada yabancı uzmanların verdiği "kat'i rapor"dan hâlâ haberdar değiliz. Tartışma sürüp gidiyor. En son dedikodu ise bir yolcunun imdat frenini çektiği için trenin devrildiği yolunda.

Mahkemeye intikal etmiş davalarda hâkimlerin gereğinde "bilirkişi"ye müracaat etmek hakkı var biliyorsunuz. Bilirkişilik müessesesi yıllardan beri tartışılıyor ve zannımca Adalet Bakanlığı bilirkişiliği güvenilir ve tartışmalardan uzak tutmak için yeni bir düzenleme hazırlığı içinde olduğunu da açıkladı. Demek ki mesele sadece tren kazalarını kapsayan bir zaaf değildir; genel itibariyle uzman kişilerin, mesleki birikimlerini, herhangi bir olaya uygulamalarıyla ortaya çıkacak hükme güvensizliktir.

Vaktiyle birinci ligdeki futbol maçlarını dışarıdan getirtilen yabancı hakemler idare ederdi. Yanlış hatırlamıyorsam 1967 yılı civarlarında ikinci liglerin kurulmasından sonra bu âdetten vazgeçildi ve yerli hakemlere dönüldü. Ne var ki biz kırk seneden beri her maçtan sonra hakem kararlarını tartışıp durmaktayız, hatta hızını alamayan kulüp yöneticilerin, "böyle hakem hataları ile bu lig bitmez" nev'inden tehdit kokan sızlanmalarını da takılmış plak gibi dinlemekten usanmamışızdır. Neticede hakem de bir bilirkişidir; futbol ise dünyanın en basit oyunu. Basit şeyleri karmaşık hale getirmekte, işin içinde art niyet arayıp bulmakta üstümüze yoktur.

Bilirkişiliğe duyduğumuz güvensizliğin aslı ne? Bilginin kendisine güvensizlik olamaz zira biz cumhuriyet nesilleri beşikten mezara kadar bilginin ne kadar iyi, güzel ve üstün bir değer olduğu, bilgisizliğin fenalığı hakkında anlatılan mesellerle yetiştirilmişizdir. Toplumumuzda, uzmanlık dalındaki bilgi birikimini özel unvanıyla kartvizitine yazdırma hakkına sahip kişilere saygı gösterilir; mühendis, hakim, doktor, öğretmen, hoca, profesör vb. Galiba bütün mesele, kişinin uzmanlık alanında edindiği bilgiyi bürokratik bir yetkiyle yorumlaması esnasında ortaya çıkıyor; kısaca ifade edersek güvensizliğimiz bilgiye değil, bürokrasiye yönelmiştir. Çünkü bizim ahali bilir ki bürokratik kararlar, başlangıçta ne kadar kararlı bir tarzda konulmuş olursa olsun bir süre sonra tavsar, sağından solundan geçitler verir ve bir süre sonra gücü olanın dilediğince netice alabileceği bir keyfilik sürecine dönüşür. "Af" kurumunu biz böyle lâçka etmişizdir meselâ; bürokratik yolları esnetip zorlayarak sonuç alınamayacak konularda sistematik aralıklara çıkarılan af, en tavizsiz devlet uygulamalarında bile geriye dönüşün mümkün olduğunu gösteren örneklerdir. Vergi kaçıran, sınıfta kalan, adi veya nitelikli suç işleyen, kötü sicile sahip kişilerin karamsarlığa kapılmasına gerek yoktur; nasıl olsa bir vadede af çıkacak ve kapsama giren kişiler anasından yeni doğmuş gibi mâsum sayılacaktır.

Bürokrasiyi esnetmenin bir başka yolu ise torpildir; torpil, bu ülkede "liyakat" kavramına duyulan inancı mahvetmiştir ve bu yüzden bürokrasiden hizmet bekleyen kişiler, en tabii ve sıradan konularda bile işin "adamını" bulmadan yola koyulmazlar. Torpilin sökmediği durumlarda, hatır-gönül ve özel lobiler yoluyla iş halletmek, o da çare etmezse rüşvet vermek bizde sıradan ve bilinen çözüm yollarıdır.

O halde konuya geniş mânâda bürokrasi, daha geniş planda vatandaş-devlet ilişkileri çerçevesinden bakmak lâzım. Bilirkişi, netice itibariyle kamu otoritesine herhangi bir uzmanlık alanında danışmanlık hizmeti veriyor; vatandaş ise bilirkişi kararlarının mutlak ve nihai doğruyu temsil ettiğine güvenmek yerine, o kararın bir şekilde değiştirilebileceği, değiştirilmiş ve etkilenmiş olabileceği şüphesi ile güvensizlik duyuyor. Bu noktada "vatandaş daima haklıdır" fikrini savunacak değilim; devlet, vatandaşlarına karşı çifte stadart olarak adlandırılabilecek tarzda farklı yaklaşımlar sergilediği için insanların güvensizliğini kışkırtıyor elbette ama herkes yapıyor diye bir yanlışı ibrâ etmek de bir başka yanlıştır.

Başa dönelim; isbat için didinmeye hâcet olmadığını herkes de teslim edecektir ki demiryolu işletmeciliği, tekniği itibariyle diğer ulaşım araçlarına nazaran basit ve sade bir yapı gösterir. Bu ülkede neredeyse 150 seneden beri demiryolu işletmeciliği yapılmaktadır ve TCDD bünyesinde ve üniversitelerde demiryolu tekniğine bilhakkın vakıf yüzlerce teknik eleman ve uzman görev başındadır. Sebebi ne kadar karmaşık olursa olsun bir tren kazasının sebeplerini ortaya koyacak bilgi birikimine sahibiz ama bu birikime güven duymak yerine, dışardan demiryolu uzmanı davet etmekte ısrar ediyor, hatta kararın ne kadar haklı olduğunu savunabiliyoruz.

"Bizim uzmanlar iyidir; ecnebiler kötüdür" cinsinden ucuz milliyetçilik yapmak heveslisi değilim; mesele kendi birikimimize, insanımıza ve kurumlarımıza güven duymak ve o güveni inşa etmek meselesidir.

"Ayıp" böyle bir şeydir işte.