Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İmralı zabıtlarının, biri veya birileri tarafından basına sızdırılması geçen haftanın başlıca gündemiydi ve hepimiz bunun çok mühim bir mesele olduğunu düşündük ve süreç zedelenir şüphesiyle endişelendik.

Ne var ki, ağaçlara bakıp ormanı görememek durumuyla karşı karşıya olabiliriz; belki de zabıtların sızdırılması, henüz ana detaylarını bile bilmediğimiz barış sürecinde kamuoyunun dikkatini ustaca yönlendirmek isteyenlerin öngördüğü bir husustu. Belki de bizden istenen şey, fotoğrafın tamamı hakkında bir kanaat edinmeden, sıcak olayların hararetinde günübirlik algılarda bulunmamızdı.

Fotoğrafın tamamını henüz bilmiyoruz; büyük fotoğraftaki ‘Barış’ hangi unsurları, hangi tâvizleri, hangi esasları kapsamaktadır? Kamuoyundaki algı, silahlı mücadelenin sona ereceği, militanların yurtdışına çıkacağı ve suça bulaşmamış olanlara yeni bir hayat sunulacağı yolundaki düzenlemelerdir; buna karşı sağlanacak ödül barışın kendisi olarak vaat ediliyor.

Bu hesapta bir gariplik olduğu açık.

Kürt meselesi adını verdiğimiz ve otuz senedir süregelen ihtilâf konusu, sanki maddî bir problem olmaktan çok, bir onur meselesi imiş gibi konuldu masaya. Öcalan’ın megalomanik tespitleri bir kenara bırakılırsa terör örgütünün talep ettiği şeylerle, devlet temsilcilerinin vermeye rıza gösterdikleri arasında aşılmaz bir çelişki yok gibi görünüyor. Her iki taraf da fiziki açıdan güçlerinin zirvesinde olduğu iddiasını ileri sürerek gerekirse silahlı mücadeleyi daha uzun zaman sürdürebileceklerini iddia ediyor. Esasen barış denilen şey yürürlüğe girdiğinde fiiliyatta ve gündelik hayatta büyük değişiklikler de olmayacak. Parlamentoda Kürt asıllı vekiller, neredeyse Meclis’in en büyük grubunu oluşturuyor. Kamu sektöründen iş dünyasına, sanattan eğitime hayatın her vechesinde Kürtler mevcudiyetlerine devam ediyor. Ana dilinde eğitim gibi en muhataralı taleplerde bile belirgin gelişmeler kaydedildi ve hepsinden önemlisi, PKK’nın ağzıyla konuşan bir siyasi parti, Meclis’te faaliyetlerini serbestçe sürdürüyor. Barıştan bizim anladığımız, zaten devam edegelen hal olmak gerekir, yani fiilî durum barıştır.

Buna rağmen sürdürülen ‘Barış’ sürecinin bir başka mânâsı olmalı...

İmralı’dan Kandil’e gönderilen mektubu taşıyan BDP heyetinin Kuzey Irak’ın başşehri Erbil’de, Bölgesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzanî ile uzun süre temasta bulunması herhalde sizlerin de dikkatini çekmiştir. Büyük fotoğrafta illâ ki mevcut bulunması gereken uluslararası aktörler ve hesaplar, henüz masada görünmüyor ancak alâmetleri belli olmaya başladı. Henüz yüksek sesle de olmasa el altından dillendirilen senaryolarda Türkiye ile Kuzey Irak’ın bir şekilde siyâsî bakımdan entegre hale gelmesi telâffuz ediliyor; bu entegrasyonla İmralı görüşmeleri arasındaki bağlantıyı henüz göremiyoruz ama varlığı seziliyor. Bir süre önce Malatya’ya yerleştirilen NATO hava savunma sistemlerinin muhtemel bir Suriye saldırısına karşı bir tedbir olduğu izahı, bu şartlar çerçevesinde tatminkâr görünmüyor. Bir süreden beri Türkiye’ye karşı cephe alan ve garip tavırlar takınan İran’ın hasmâne tutumu, hemen Batı sınırlarında oluşan yeni siyasi oluşumla alâkalı olabilir. Bu tabloya Irak merkezî hükümetinden gitgide kopmaya başlayan Kuzey Irak Yönetimi’nin Türkiye ile ikili enerji anlaşması imzalaması da ilave edilirse, bizim ‘Barış’tan anladığımız şeyin, hiç de göründüğünden ibaret olmadığı seziliyor. Son hafta içinde ABD Dışişleri Bakanı ve Almanya Başbakanı’nın Türkiye’yi ziyaretlerini de hatırlayınız...

Dün PKK’yı savaştıran güç her kimse, bugün yeni bir şey tasarlıyor ve galiba ‘Barış’ deyip durduğumuz şey, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile dağdaki silahlı adamların parlamentodaki temsilcileri arasında çözümlenecek bir ihtilâf olmaktan çok başka bir şeydir.

Ortadoğu’da yeni bir statüko şekillenmeye başlıyor; Türkiye’de ‘Barış’ diye algılanması istenen gelişmeler, yeni statükoya kamuoyunu hazırlama kapsamında değerlendirilebilir pekâlâ. Oysaki biz ‘Barış’ı, daha doğrusu PKK güçlerinin silah bırakmasını dâhilî bir mesele olarak görmeye alışmıştık. Dâhilî mesele, devletin Kürtlere demokratik haklarının verilmesi ve buna mukabil silahlı güçlerin eylemlerini sona erdirmesiydi. Böyle olmadığı, daha doğrusu meselenin bundan ibaret kalmadığı açıkça hissediliyor ve bizler, hissedilen ama tam olarak bilinemeyen ayrıntıların neler olduğu konusunda aydınlatılmayı bekliyoruz.