Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şiddet ve taciz unsurlarını kullanarak eleştiriler yapılabilir ama böyle şeylerin, günün en çok seyirci toplayan saatlerinde seyirciye bir marifetmiş gibi sunulmasını zararlı ve tehlikeli bulanlardanım ben. Bu yol çıkar yol değil ve saygıyı da haketmiyor.

Tahminimce pek az kişinin seyrettiği bir film hakkındaki düşüncelerimi okuyucuyla paylaşmam, usûl hatâsı gibi görünebilir; öyleyse biraz bilgi verelim:

Hadise, 24 Aralık Çarşamba gecesi saat 21 sularında CNBC—E kanalında cereyan etti; o akşam mutadımız olmamasına rağmen eşimle bir televizyonda film seyretmeye karar verdik. Filmin adı "Funny Games" imiş. Aktörlerin Almanca konuştuğundan yola çıkarak filmin bir Alman yapımı olduğu kanaatine vardık. Biraz da Hollywood endüstrisine inad olsun diye bir Avrupa filmi seyretmek fikri hoşuma gitti.

Avrupa filmi seyredersin ha!..

Efendim bir aile arabasıyla tatile çıkıyor; karı, koca ve on yaşlarında bir erkek çocuk. Bir göl kıyısındaki yazlık evlerine geliyorlar, etrafta yazlık komşularının olduğunu da öğreniyoruz. Babayla oğul, teknelerini suya indirmekle uğraşırken evin hanımı da mutfakta yemek hazırlığı yapıyor. Derken bir delikanlı kapıyı çalıyor ve yandaki evin misafirleri olduğunu söyleyerek kadından dört tane yumurta ödünç istiyor. Kadın veriyor fakat genç sarsak bir hareketle yumurtaları düşürüp kırıyor; kadın dört yumurta daha veriyor ama aynı şey tekrarlanıyor. Delikanlı yeniden dört yumurta isteyince kadın sinirleniyor ve delikanlının evinden çıkmasını istiyor; sesleri duyan kocası ve oğlu eve geliyorlar; bu esnada bir delikanlı daha çıkıyor ortaya ve kadına yumurtaları vermesi gerektiğini hatırlatıyor. Evin erkeği müdahil olarak çıkmalarını istiyor, sonradan gelen delikanlı köşede duran golf çantasından bir çelik sopa kaparak evin erkeğinin bacağını kırıyor!

Nasıl? Bitmedi, daha gerisi var.

Çocuk, babasının yere yığıldığını görünce delikanlılara saldırıyor, bir yumrukta yere seriyorlar, kadın şoka uğruyor. Mütecavizler gitmiyorlar ve oniki saat içinde bu ailenin ölmüş olacağı yolunda bir iddiaya girmeyi teklif ediyorlar. Ardından belki bir saat boyunca sinir bozucu taciz sahneleri. Tafsilatı midenizin kalkmasına sebep olabileceği için geçiyorum. Neticede sapıklar evvela evin küçük çocuğunu tüfekle vurup öldürüyorlar (Bu sahnede kamera tam on dakika aynı kareyi gösteriyor). Daha sonra kadın evden kaçıp yardım aramaya çalışıyor ama nafile. Tekrar yakalayıp eve getiriyorlar ve kadının gözünün önünde kocasını tüfekle vurup öldürüyorlar. Filmin son sahnesinde kadını tekneye bindirip ayağına taş bağlayarak göle atıyorlar.

Son sahnede iki sapığı bu defa komşu evin mutfak kapısı önünde görüyoruz; yılışık bir eda ile evin hanımından dört yumurta istiyorlar.

Ve film bitiyor!

Hayır alelade bir şiddet filmi değil; iki genç sapık son derece temiz yüzlü, makul ve sempatik tipler. Şiddet sahneleri haricinde çok olumlu bir görüntü çiziyorlar; onların sakinlik ve nezaketi bence filmin şiddet temposunu dayanılmaz raddelere çıkarıyor.

Meğer filmin 18 yaşından küçüklerce seyredilmesi mahzurlu imiş; nasıl bir ikazdır ki bu; olgun insanların bile sinirlerini felce uğratan, kışkırtıcı, hastalıklı bir film.

"Herkesi rahatsız etmek istiyorum!"

Yukarıya yazdıklarımı "seyirci şikayeti" kabilinden derleyip Zaman gazetesinin televizyon sayfasında köşe yazan Rasih Yılmaz'a e—posta ile gönderdim; dolaylı yoldan aldığım habere göre konuyu işleyeceğini belirtmiş ama sonraki bir hafta boyunca köşesinde magazin türü haber ve yorumlara ağırlık verdiğini görünce ondan ümit kesip film üzerinde etraflı bilgi toplamaya koyuldum; filmlerin sonunda adaletin tecelli etmesini bekleyen ve ölçüsüz şiddet sahnelerinden iğrenen bir seyirci şikayeti, böylece gündemime girmiş oldu.

Aksiyon'un sinema yazarı Nihal Bengisu'nun yardımıyla değerli bilgilere ulaştım: Film, Michael Haneke isimli bir Avusturyalı yönetmene aitmiş. Haneke, "Herkesi rahatsız etmek istiyorum" düsturuyla burjuva dünya görüşünün temel değerlerine ve konformizme muhalefet eden bir entelektüelmiş aynı zamanda. Nihal Hanım'ın verdiği bilgiye göre Türkiye'de Haneke'nin en hareketli taraftarı Radikal gazetesi yazarlarından Perihan Mağden imiş. Bu durumda Radikal'in web arşivinden Perihan Hanım'ın yazısını görmek şart oldu. Meğer Perihan hanım da bizim gibi tesadüfen yakalamış bu filmi, ona göre Funny Games, son on yılda seyrettiği en iyi film imiş; "Bu film yenilir yutulur lokma değil. Akşam akşam küçük ve temiz dünyamızı karartmayalım. Seyretmemezlik de edemiyorum, acayip sıkı bir film. Gide gele izledim bir nevi" diyor yazısında ve devam ediyor: "Evlerine yumurta istemek için girdikleri (ne neden ama!) o harikulade varsıl, 'kaliteli', huzurlu çekirdek ailenin hayatını lime lime ediyorlar. Çekirdeklerden geriye hiçbir şey kalmayıncaya dek. Hakiki bir; burjuvazinin ağzına edeyim, çekirdek aileye ölüm, mevcut toplumdan tiksiniyorum filmi. Ama hiç de bunları savunmadan. Hiçbir şeyi savlamadan. Savruk, amaçsız, dayanaksız bir kötülük. Tam da yaşadığımız zamanlara yaraşan. Ağır bir yabancılaşmanın acımasızlığı: En incitici yanı da bu. Öylesine kopartılmış bir acımasızlık ki, acımasızlığın vahametini dahi kavramanız epeyce zaman (ve can) alıyor. Bu filmdeki iki 'tip', yeni nesil serinliğinin nasıl gaddarlık sınırlarını fazlasıyla ihlal eden bir soğukluğa varabileceğini yüzümüze gözümüze sokuyor. (Radikal, 26.12, 2002)"

Kahrolsun entel sinema!

Öyle anlaşılıyor ki film, radikal bir yönetmenin, sırf seyirciyi rahatsız etmek için çektiği bir yapım. Böyle rahatsız edici bir filmi yayına koyduğu için CNBC—E televizyonunu protesto etmek hakkına sahip olup olmadığımı düşünüyorum şimdi. Ticari bir kuruluş, istediği ürünü pazarlar, isteyen alır, isteyen almaz bir görüş; ürünün sinir bozucu niteliği yüzünden yayınlanmasını protesto etmek de bir hak, moda tabirle "tüketici hakkı". Bir karara varmak zor. Nihal Bengisu ile görüşmemizde bu gibi filmlerin sansür edilmesi, hatta hiç gösterilmemesini savunduğumda bana prensip gereği sansüre karşı olduğunu söylemişti. Bu fikre de saygı duymak gerekir elbette. Aslına bakılırsa Michael Haneke'nin bu filmi çekmekle ulaşmak istediği hedefe en azından benim şahsımda başarılı olduğunu kabul etmek gerekiyor; evet fena halde rahatsız oldum ama bunun burjuva dünya görüşünü eleştirmekle ilgisini kurmakta zorlanıyorum. Hali vakti yerinde bir burjuva ailesini sapıkça şiddet görüntüleriyle katletmek aracılığı ile nasıl olur da entellektüel bir eleştiri yapılmış olur sorusuna hâlâ sâkin bir cevap veremiyorum. Bana kalırsa bu film, bazı radikal entellektüellerin niçin kendi elleriyle ördükleri mariz ve marjinal kozalarından çıkmamaları gerektiğini izah etmekten başka işe yaramıyor. Şiddet ve taciz unsurlarını kullanarak başka eleştiriler de yapılabilir ama böyle şeylerin, günün en çok seyirci toplayan saatlerinde seyirciye bir marifetmiş gibi sunulmasını zararlı ve tehlikeli bulanlardanım ben. Bu yol çıkar yol değil ve saygıyı da haketmiyor.

Yeşilçam'dan şaşmamalı

Yazının başında Hollywood sinemasından öç almak için sakin tempolu Avrupa filmlerini seyretmeyi tercih ettiğimi belirtmiştim ama itiraf etmeliyim ki Hollywood endüstrisi, şuuraltını işgal eden karanlık ve ufûnetli imaj altyapısına rağmen Funny Games gibi uçuk—kaçık ve adeta şiddete medhiye anlamı veren yapımlara asla hoşgörüyle yaklaşmaması bakımından bu noktada daha güvenilir duruyor.

Ne yapmalı, en iyisi yine bizim Yeşilçam malı yerli filmlerimizle yetinmek galiba: Bizim filmlerde zalim Erol Taş'lar, sinsi Önder Somer'ler, alçak Tecavüzcü Coşkun'lar asla pâyidar olmaz ve hikayenin sonunda lâyık oldukları cezayı görürler. Hak yerini bulur ve bulmalıdır; sinemada olsa bile.