Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yolunuzun düştüğü herhangi bir camiye girip secdeye gittiğinizde içinize temizliğin sesini haber veren sabun kokusunu duymak, pek az tadabildiğimiz bir duygu: Abdest alınacak şadırvan veya lavabo düzeni, ayakkabıların konulduğu pratik ve temiz dolaplar, şu soğuk günlerde mekânın iyi ısıtılmış olması, ses düzeninin cızırtısız, ıslıksız çalışması cinsinden güzellikler de aynı cümleden. Cemaatle namaz fikrini başa koyan 'cami müdavimleri'nin şu basit ama insani ve medeni konfordan istifade etmesi bir nevi hak değil midir?

Evet, haktır fakat kendimizi bu nimetlerden mahrum eden yine biziz. Câmiler cemaatin eseri; Türkiye'nin neresinde olursa olsun cemaat, beklentilerini, hayata bakışını, temizlik ve konfor anlayışını kendi parası ve emeğiyle ayağa kaldırdığı câmilere aksettiriyor. Hâlimiz mâbedlerimize aksediyor.

"TAMAM KİLİSEYE BENZEMESİN AMA..."

Vaktiyle -pek de namazda gözü olmayan- bir büyüğümüz, konu açıldığında şöyle demişti: "Yahu, câmilerimizi kiliseye çevirelim demiyorum, o yüzden yanlış anlaşılmasın fakat hamdolsun bugün yokluk-kıtlık içinde değiliz. En fukaramız bile çorabını temiz tutacak, kokusu ve kirliliği ile yanındakini tâciz etmeyecek derecede temizlik vâriyetine sahip iken yine de -diyelim bir Cuma namazında- alnımızı secdeye koyarken 'acaba başkasının ayağında sürükleyip bıraktığı bakterilere mi bulaşıyorum' cinsinden bir endişe geçiriyoruz." Söylediklerini tasdik makamında başımızı sallayınca cesaretlenip şu teklifte bulunmuştu: "Keşke cemaat safları arasında ayak basılan yerleri iple işaretlediğimiz gibi alnın secdeye gelen yerlerine de beyaz, tertemiz örtülerden bir bant çeksek; hafta geçmeden bunlar yıkanıp temizlense; herkes camiye bu türlü düşüncelerden uzak bir kalp huzuru ile gelse!"

Bu fikri yadırgayanlarımız oldu; kimi, "yeni bir icat" diye beğenmedi, kimi de, "ayak temizliğine riayet etmeyenler yine bu beyaz örtülere ayaklarıyla basarlar, yine fayda hâsıl olmaz" diye tereddüd gösterdiler. Bu fikrin isabetli olup olmadığı elbette su götürür fakat tartışmanın dikkate değer kısmı, bu gibi "küçük-küçücük" meselelerin sohbet konusu haline gelebilmesidir; bu kabil teferruatları artık hepimizin ciddiye alması gerekiyor, zira bu meseleler tartışıldıkça günün birinde mutlaka güzel uygulamalar da görülecektir.

CAMİ İNŞA EDERKEN İLK DÜĞMEYİ DOĞRU İLİKLEMELİ

Camilerimizi inşa ederken kalıcı yanlışlar yapıyoruz: İlk başta "yüksek olsun, havadar olsun" fikriyle çevredeki binalardan kot itibariyle en az bir misli yüksek, geniş ve dik kubbeli, bizim klasik cami mimarlığını hatırlatan türden mabedler inşa etmek alışkanlığını gözden geçirmemiz lâzım; bu tür camilerin ısıtılması, aydınlatılması ve bakımı büyük masraf ve emek gerektirdiği gibi inşaat maliyetleri de çok yüksek oluyor. Bu işlere gönül ve emek verenler, "nasıl olsa cemaatten para topluyoruz, her zaman cami yaptıracak değiliz; öyleyse işi acele getirmeyelim, icab ederse iki sene sonra hizmete girsin fakat büyük ve şatafatlı olsun" gibi düşüncelerle çok kötü -ve elbette kötü taklit edilmiş- projeleri uygulamaya koyuyorlar. Mâbedin içine illâ ki tezyinat gerekli imiş gibi, yine haylice masrafa mal olan kötü süslemeler yaptırmayı, zevksiz ve kullanışsız aydınlatma düzenleri taktırmayı da ihmal etmiyorlar. İş bittikten sonra bu defa caminin kubbe yüksekliğini en azından buçuk misli geçen çift şerefeli bir minare ama çoğunlukla çift şerefeli çifte minare dikmeyi de bir nevi din hizmetkarlığı sayıyorlar.

BETON ESTETİĞİNİ CAMİLERE AKSETTİRECEK MİMAR VE MÜHENDİSLER ARIYORUZ

Oysa ki doğru olan, lüzumsuz derecede yüksek ve lüzumundan çok süslü camiler inşa etmek alışkanlığından vazgeçmektir. Beton teknolojisi ile uzun mesafeleri direksiz geçmek mümkün olduğuna göre "cami kubbeli olur" saplantısını da bir kenara bırakabiliriz. Ne yazıktır ki ne cemaatimiz, ne de mimarlarımız beton teknolojisinin ulaştığı yüksek imkanları en makul ve güzel kompozisyonlara dönüştürebilen cesur teşebbüslere girişmekte tedirgin ve beceriksiz davranıyorlar. "Modern cami mimarlığı" diye sağda-solda gördüğümüz örnekler ise "entel mimar" takıntısını andıran garip, çirkin ve kullanışsız binalar. Bu hususta Diyanet İşleri Başkanlığı'na görev düşüyor; mesela her yıl "cami mimarlığındaki yeni gelişmeler ve arayışlar" konulu yıllık sempozyumlar düzenleyebilirler. Yurtdışındaki örnekler tanıtılmalı, tartışılmalı; hepsinden önemlisi cami ile cemaat arasındaki İnsan-mekân ilişkisi üzerinde konuşulmalı. Genç mimarlarımız -alnı secdeli cinsinden de olsa- bu gibi incelikleri bilmiyorlar (aslına bakılırsa artık genç olmayan tecrübeli mimarlardan çoğunun da böyle meselelere kafa yorduğunu zannetmiyorum!) Daha sonra Diyanet, kim tarafından finanse edilirse edilsin, oluşturacağı bir bilim ve sanat kurulu tarafından inşa edilecek bütün cami projelerine ön denetim getirecek yetkilerle donatılmalıdır. Evet, merkezî denetim fikri doğrusu kâğıt üzerinde pek şık görünmüyor ama, şu safhada daha iyi bir fikir bulunacağını zannetmiyorum.

CAMİ Ã‡EVRESİ BOTANİK PARKI GİBİ OLMALI

Camilerimizin çevre düzeni -en hafif tabirle- Müslümanlara yakışmayacak kadar pejmürde, tesadüfi, bakımsız ve tek kelimeyle berbat. Camilerin lüzumsuz aksâmı için (ikinci ve yüksek minareler, pahalı dış mermer kaplamaları, yüksek kubbeler, çirkin bezemeler) o kadar çok para harcanıyor ki, nihayet iş bitip sıra çevreyi güzelleştirmeye gelince galiba kimsede tâkat kalmıyor; halbuki camilerimizin etrafı -mübalağasız- botanik parkı imiş gibi itina ile yeşillendirilmeli, uygun cinslerle ağaçlandırılmalı ve "namazda gözü" olsun olmasın, bütün çevre sakinlerini celb edecek güzel bir dinlenme, okuma yeri haline getirilmelidir (Sözün burasında Bursa'nın Nilüfer İlçesi'nin Beşevler semtindeki Zahit Kotku Camii'ni özellikle zikretmek isterim. Cuma sonrası camiye bitişik parkta içtiğimiz çay ne güzeldi. Bu güzel fikir için cemaati tebrik ederim.)

CAMİYİ SADECE İBADETE TAHSİS ETMEK DOĞRU MU?

Camilerimiz, sadece ibadete, hatta sadece namaza tahsis edilmesi gereken yerler değil; cami, semtin kalbi ve ruhu olmalı, semt sakinlerini cem etmeli, güzelliği, işe yarar fonksiyonları (kültür, sosyal faaliyet, eğitim, hatta eğlence!) ile kendine çekmeli; bu dönüşümün formülünü bulmak için evvela böyle bir meselemiz bulunduğunu kabul etmeliyiz. Hâl-i hâzırdaki camilerden görünen mânâ, cemaatin sûretidir ve kabul edelim ki iftihar verici şeyler değildir.

Camilere yardım edelim; ama hakikaten yardım edelim; sahiplenerek, tartışarak, düşünerek, katkıda bulunarak!..