Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Halit Akmansü bir Millî Mücadele kahramanıydı. Kurmay Albay rütbesiyle mücadelenin en mühim askerî harekâtlarında büyük birliklere komuta etmiş ve o günlerde kaçınılmaz bulunan bir ihtiyaçtan ötürü, çoğu meslekdaşı gibi asker kimliğine ilaveten Meclis üyeliğini de yürütmüştü. Birinci BMM'nin çok önemli bir özelliği vardı; son derece yoğun ve sert tartışmalar yaşanmasına rağmen Meclis'te muhalif bir grup veya parti oluşmamıştı. O günlerin Meclis'ini, sonraki yıllarda hep söylenen ve temennî edilen "millî birlik ve beraberlik" kavramı tek başına anlatabilir. 1922 yılının sonlarına doğru, askerî zafer kazanılmış olduğu için Meclis çalışmalarında diplomatik ve siyasi faaliyetler, askerî meselelerin önüne geçmeye başlayınca eski görüş farkları yeniden belirginleşmişti. Önce Gazi Mustafa Kemal Paşa ve yakın arkadaşları, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri (ARMCH) teşkilatı nüvesi etrafında bir grup teşkil ettiler; bu grubun dışında saydıkları mebusları ise "İkinci grup" diye adlandırdılar. Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran ARMHC grubu, kısa zamanda "Halk Fırkası" adıyla resmileşti. 1923 yılının kış ve bahar ayları Meclis'te çetin tartışmalarla geçti. İkinci grup, Lozan'da yürütülmekte olan barış konferansının gidişatını şiddetle eleştirmekteydi. Bunun üzerine Halk Fırkası reisi M. Kemal Paşa, Meclis'in tarihî görevini yerine getirdiğini ileri sürerek seçime gitme kararı aldı. İkinci grup mensupları bu karara "askerî mücadeleyi biz yürüttük, barışı da bu Meclis'in yapması lazımdır" gerekçesiyle karşı çıktılarsa da başarılı olamadılar. Seçim 1923'ün yaz aylarında yapıldı; seçimi, bir istisna dışında Halk Fırkası'nın adayları kazandılar. (Tek istisna Gümüşhane'den bağımsız seçilmeyi başaran Zeki Kadirbeyoğlu idi. Bu seçimin hikayesini gelecek hafta sizlere sunacağım).

Kurmay Albay Halit Bey, işte bu seçimlerde de Halk Fırkası saflarında seçime katıldı ve Kastamonu mebusu oldu.

Halit Bey, Halk Fırkası'na mensup olmasına rağmen dünya görüşü itibariyle mazbut, dindar ve ılımlı bir insandı. Halk Fırkası'nın bir nevi kuruluş bildirgesi olarak ilan ettiği "9 umde"yi ciddiyetle incelemiş ve kabullenmişti. 9 umde'nin maddelerinden ikincisi şuydu: "Saltanatın kaldırılması kararı (1 Kasım 1922) değişmeyecekti ve TBMM'ne dayanan Halifeliğin beynelislâm yüksek bir makam olduğu kabul edilmişti. 3 Mart 1924 günü Hilafetin lağvını emreden kanun Meclis gündemine geldiğinde Halit Bey, gruptaki müzakerelerde söz söyleme imkanı bulamayınca genel kurulda söz almış ve parti disiplinine uymasa da fikirlerini dile getirmekten kaçınmamıştı. Halit Bey'in bu konuşması gerek Meclis zabıtlarında, gerek yeğeni Ziya Göğem tarafından yayınlanan (Dadaylı Halit Akmansü, 1954, s.263 vd.) isimli kitapta mevcuttur.

Halit Bey'in itirazı, kanun teklifinin birinci maddesinin ikinci fıkrasındaki "Hilâfet, Hükümet-i Cumhuriye'nin mefhumunda mündemiç olduğundan makam-ı hilafet mülgadır" ifadesinde yoğunlaşıyordu. Halit Bey özetle diyordu ki: Şimdiki hali ile Hilafet hakikaten bir heyûlâdan farksızdır ve hiçbir siyasi ve dinî otoritesi bulunmayan bir kuru temsil makamı haline gelmiştir. Halbuki biz Millî Mücadele esnasında 'Halifeyi kurtaracağız' vaadinde bulunduk. Ben hilafeti muhafaza edelim ve Osmanlı hanedanında bırakalım demiyorum. Ama altı, kadar önce hepimiz 9 umdeyi kabul ederek buraya geldik ve dedik ki, 'TBMM, Makam-ı Hilâfetin istinatgâhıdır ve makam-ı hilâfet beynel'islâm bir makam-ı muâllâdır'. O makam bir makam-ı muallâ değilse, neden ilan etmeği lüzumlu gördük. Binaenaleyh bendeniz böyle makam-ı hilafet mülgadır demeği doğru bulmuyorum. Bu sözü şer'an değil, siyaseten büyük bir mahzur telâkki ediyorum. BMM'nin şahsiyeti maneviyesinde deriz. Doğrudan doğruya mülgadır demek hatâlıdır."

Halit Bey'in bu sözleri, Zeki Bey'in aksine sükunetle dinlenmiş olmasına rağmen, ondan sonra söz alan Saruhan mebusu Vasıf Bey, bolca demogojiye müracaat ederek yaptığı konuşmasında Halit Bey'i bir irticâ figürü halinde resmettiği Patrona Halil'e benzetmişti. Daha sonra Başvekil İsmet Paşa, daha ılıman bir konuşma yaparak ortamı yumuşatmış ise de yapılan oylamada kanun aynen kabul edilince Halit Bey, kendisi için en dürüst tutumun, partisinden istifa etmek olacağı kararına varmış ve hemen dilekçesini oracıkta kaleme almıştı.

Halit Bey'in Halk Fırkası'ndan istifa dilekçesi aynen şöyledir:

"Halk Fırkası Grubu Riyasetine,

Fikren, ruhen Halkçı'yım. İntihabat için ilan edilen umdelere sadıkım. Umdelere mugayir olarak fırkanın takib ettiği siyaset, kanaat-ı vicdaniyeme mugayirdir. Fırkanın muvaffakiyetini temenni ederim. Fırkadan istifa ettiğimi maal'ihtiram arzeylerim efendim 3. 3. 1340 (1925) - Kastamonu mebusu Halit."

Bu dilekçe, Cumhuriyetle yaşıt CHP tarihinde bir mebus tarafından kaleme alınan ilk istifa mektubudur. Nitekim istifanın üzüntü yarattığı, Fırkanın umumi reisi M. Kemal Paşa'nın dört mebusla haber göndererek, "Kanaatı her ne olursa olsun fırkadan ayrılmasın, dilekçesini geri alsın" ricasında bulunduğu anlaşılıyor. Halit Bey buna mukabil, "Halk bize ilan ettiğimiz umdelere göre oy verdi, biz işe o prensiplere aykırı işler yapıyoruz. Millete verdiğim söze sadık kalacağım. İstifam kesindir. Bir siyasi partinin üyeleri ise fikren dayanışma içinde olmalıdır. Görüşlerinize aykırı birini fırkada tutmanız doğru olmaz. Gazi'ye hürmet ediyor, başarılar diliyorum." diyerek kararını pekiştirmiştir.

İstifadan sonra Halit Bey'in 2. TBMM'de bağımsız çizgide kaldığını, fakat 17 Kasım 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulması üzerine bu fırkaya geçtiğini biliyoruz (Mete Tunçay, TC'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması, Cem yay., İst., 1992, s. 108) fakat bu konu, yeğeni tarafından kaleme alınan kitapta suskunlukla geçiliyor. Halit Bey'in, TCF'ye katılmasına rağmen, bu parti mebuslarının İzmir suikasti sebebiyle tutuklanarak İzmir'e sevkedilmesinden istisna tutulması son derece önemlidir. Nitekim Halit Bey, Meclis'te artık faal bir görevde bulunmamış, mebusluk görevinin bittiği 1927 yılından sonra emekliliğini istemiştir. Sonraki yıllarda mali açıdan çok sıkıntı çekmiş olmasına rağmen yeğeninin ifadesine göre Tek parti yöneticilerinin teklif ettiği resmî görevleri reddederek (Ziya Göğem, s.338 vd.) fikri bağımsızlığını (ve elbette maddi sefaleti) tercih etmişti. Nitekim 1946 ve 50 seçimlerinde kendisine yapılan mebusluk tekliflerini de kabul etmemiştir.

Halit Bey'in hikâyesi, Cumhuriyet tarihi ile örtüşen ama onun gizli kalmış yönlerini açığa çıkarıp tamamlayan bir nitelik taşıyor. Halit Bey gibi şahsiyetli bir adamın unutulmaması ve Cumhuriyet devri tarihçiliğine yapacağı katkı bakımından Ziya Göğem'in Dadaylı Halit Akmansü isimli eserinin bir an önce yeniden yayınlanmasını temenni ediyorum.