Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlginç şeyler oluyor; geçen hafta Genelkurmay Karargâhı, Balyoz Davası’na bakan 10. Ağırceza Mahkemesi’nin talep ettiği belgelerin aslını göndererek adeta bir çığır açtı.

Mutlaka hatırlıyorsunuz, birkaç yıl önce Türkiye, günlerce ve aylarca bir askerî belgedeki imzanın ıslak mı, sahte mi olduğunu tartıştı; devreye muhalefet kanadından milletvekilleri girerek ıslak imza makinesi ile her çeşit imzanın taklit edilebileceğini öne sürdüler. Sanık yakınları ve avukatları, davaya esas teşkil eden imzalı resmî belgelerin sonradan üretilmiş ve komplo eseri sahte şeyler olduğunu iddia ettiler, bu istikamette büyük propaganda kampanyası açıldı ve hâlâ sürmekte.

Garip bir durumdu; ortada suç unsuru taşıyan resmî belgeler vardı; bu belgeler Genelkurmay Karargâhı’nda kaleme alınan türden askeri yazışmalardı. Savcılar belgelerin gerçek, sanıklar ise sahte olduğunu savunurken bilirkişi raporları havada uçuşuyordu ama bu esnada kimsenin aklına dönüp Genelkurmay’a sormak gelmiyordu. Belgelerin sağlığı hakkında en doğru ve tartışmasız bilginin kaynağı Genelkurmay olmalıydı.

Balyoz davasına bakan mahkeme, davanın psikolojik sürecinde önemli bir karara vararak Genelkurmay’dan belgelerin aslını talep etti. Genelkurmay bu defa yorgunu yokuşa sürmedi; istenen belgeleri mahkemeye teslim etti.

Belgelerin gerçek olduğu artık tartışma kaldırmaz bir netlikte ayan-beyan belli oldu, “Sahte belge düzenleyip iftira atıyorlar” stratejisi çöktü. Mahkeme ve Genelkurmay Karargâhı, yapmaları gerekeni yaparak meseleye vuzuh ve aydınlık kazandırdılar.

Bugüne kadar boşa harcanmış zamanların ve kaybedilen enerjinin müsebbibi de bir anlamda netleşmiş oldu. Genelkurmay en azından suskun ve isteksiz görünmeyip daha ilk andan itibaren adalete yardımcı olmayı seçseydi yargı sürecinde büyük mesafe alınabilirdi. Üstelik bazı sanıkların “Komplo kurbanıyız, vatansever olduğumuz için zindanlardayız” edebiyatı da başlamadan sona ererdi.

Böyle olmadı, askerî bürokrasi direndi; bir manada hakkında suç ithamı bulunan mensuplarını himâye etti, delilleri mahkemeye ulaştırmayarak süreci geciktirdi ve bulanıklaştırdı. Bu durum, asker kişilerin de aralarında bulunduğu davaların seyrini etkiledi. İnsanlar bu davalar etrafında parti tutar gibi taraf haline geldiler. CHP lideri Kılıçdaroğlu, hâlâ Ergenekon duruşmalarının sağlıksızlığı hakkında çok vahim ithamlarda bulunuyor; yakın geçmişte ise “Bu Ergenekon neredeyse gidip üye yazılacağım” diye espri bile yapmıştı.

İlginç şeyler oluyor; bir gazete, 20 yıldır bir yerlerde saklanan fotoğraflara mucizevi bir şekilde ulaştığını iddia ederek Madımak olayları hakkındaki temel teze farklı bir bakış açışı getirdi; bu yeni belgelere göre otelde ölenlerin yanmak ve boğulmaktan ziyade kurşunla can verdikleri öne sürülüyordu. Bu noktada çok haklı ve güçlü bir şekilde hep bir ağızdan yükseltmemiz gereken soru şudur:

-Dava delillerini yıllarca saklayan bürokrasi, vatandaşın hukukunu açıkça ihlâl edebilme hakkını nereden alıyor; sonra hangi gerekçeyle basına sızdırarak yeni hukuki durumların oluşmasını biçimlendiriyor?

En önemli soru ise şudur:

-Suç delillerini saklayan, örten, dolayısıyla onları değiştirmek, kötüye kullanmak iktidarına da sahip olan bürokrasiye karşı halkın güvencesi nedir?

Ve yıllardır “Kerimdir, güçlüdür, fukara babasıdır, velinimettir, vurduğu yerde gül biter” diye kendimizi avutup durduğumuz devlet fenomeninden zarar görmemek için nasıl bir anayasa düzenlemesi yapmak lazımdır?

Yeni anayasadan en büyük beklenti, devletin kontrol edilebilir ve -ne acı ki- evrensel hukuktan yana bir yapıda yeniden tanzim edilmesi olacak. Kendince doğru ve makul gördüğü amaçlar uğruna suç organize etmeyen, suçluları istihdam etmeyen, delil saklayıp karartmayan, yargı denetiminden kaçınmak için kendine yeraltı sığınakları hazırlamayan basit, sade ve şeffaf bir devlet talebinden asla vazgeçmemek gerekir.

Bir an düşünün; devlet diye vaktiyle pek kutsadığımız cihaz; âdil, tarafsız, denetlenebilir ve dürüst davranabilmiş olsaydı ne kadar büyük bir ivme kazanmış olacaktık. Siyasetin zıt kutuplu yapısına takılıp kalmak, dikkatlerimizi, ıslah edilmesi gereken asıl konudan uzaklaştırdı. Devletin kötü işleyişi, Türklerin en büyük problemi olmaya devam ediyor hâlâ...