Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bence devlet, yayıncılıktaki fonksiyonunu yeniden hatırlamalı ve yayınlanması gerektiği halde özel sektörün iltifat etmediği "kaynak" niteliğindeki baskısı külfetli eserleri kendisine hedef seçmelidir. Kitaba gönül koyup da yolu bir gün "yayınevi"ne düşmemiş olanımız var mıdır? Tırnak içinde "yayınevi", bir zamanlar özel isimdi; yayınevi denilince kimse, "Hangi yayınevi?" demez, adresi bilirdi. Her vilayette Milli Eğitim Bakanlığı"nın bastığı kitapları satan bir dükkân, dükkânın tezgâh arkasında ise -zahir memur olduklarından- daima kolalı gömlek ve kravatla işleri çekip çeviren bir görevli.

Emsâli kitapçı dükkânlarına göre daima daha elverişli fiyatla kitap satan bu kuruluşlar, bu mühim avantajına rağmen müşteri akınına uğramaz, az sayıda müdavimi dışında sadece okulların açıldığı günlerde ders kitabı izdihamına sahne olurdu.

Gediğe oturan taş: "1000 temel eser dizisi"

Yayınevleri"nin gençlikle teması, herhalde o unutulmaz 1000 Temel Eser dizisi ile başlamıştır; 70"li yılların başlarında "5 lira" gibi standart bir fiyatla satışa sunulan bu dizi kitaplarının girmediği ev hemen hemen yok gibiydi. Yayınevleri de bin temel eserle kitap okuyucusu ve gençlerle buluştu ve müşteri profili itibariyle daha geniş bir kitleye hitap etmeye başladı. Bu gelişme, aynı zamanda MEB yayınlarında geleneksel çizginin terk edilmesinin de başlangıcını teşkil etti. CHP"nin MSP ile iktidar olduğu 1973 yılında dizinin yayını -galiba faşizan neşriyatta bulunmak gerekçesiyle- durduruldu; onu takip eden Milliyetçi Cephe koalisyonları döneminde zaman zaman canlanan Bin Temel Eser serisi, galiba hiçbir zaman "bininci kitap"a erişemedi. O dönemin efsanevi gazetesi Tercüman"ın patronu rahmetli Kemal Ilıcak, tam da şöhretine yaraşır bir şövalyeliğe kalkışarak Tercüman yayınları adı altında bu diziyi özel sektör marifetiyle devam ettirmeye çalışmış ve irfanımıza hayli eser kazandırmıştı -rahmet olsun!-.

Devlet yayıncılığında değişen görevler

Devletin Milli Eğitim Bakanlığı eliyle yayıncılığa soyunması, 40"lı yıllarda kaçınılmaz, 60"lı yıllarda elzem, 80"li yıllarda tartışılır bir mevzu olmuştur. Kırklı yıllarda "tek parti" yönetimi tarafından yayınlanan Batı ve İslâm klasikleri büyük bir gediği kapatmıştı; kezâ ansiklopedik eserlerin yayınını da o cümleden saymak lâzımdır. Zira bu tip eserler, özel sektör yayıncılığına yeterince kârlı ve kazançlı görünmeyen ama bir şekilde yayınlanması ihtiyaç teşkil eden eserlerdi ve devletin bu alanda öncülük etmesi kaçınılmazdı.

Daha sonraları M.E.B ve 70"li yıllarda kurulan Kültür Bakanlığı, kitap yayınlama işinde ıskalayı geniş tutarak, listeyi, "devlet tarafından basılması pek de elzem olmayan" kitaplara kadar genişlettiler. Devlet yayıncılığının sorgulanması gereken tarafı işte burasıdır: Devlet, temel kaynak niteliğinde olduğu için basılması ve çoğaltılması gerektiği halde özel sektörün iltifat etmediği cinsten eserleri basıp dağıtmalı ama yayıncılık fonksiyonunu lüzumundan öte boyutlara taşırmamalıdır. İşte bu mâkul dengenin tesisinde Milli Eğitim Bakanları ve bürokratları çoğu zaman kantarın topuzunu kırarak devlet kesesinden desteklenmiş yayın furyasına yol açtılar. Şu günlerde bir M.E.B. Yayınevi"ne uğrarsanız ne demek istediğimi daha yakından görebileceksiniz. Meselâ bakanlığın hâlen yayınlamakta olduğu "öğretmen yazarlar dizisi" bu kabildendir; dizinin adı maksadını ve maksadın yanlışlığını izah ediyor zaten; bu diziden yayınlanan kitaplar -bir kısmı müstesnâ- sırf öğretmen müelliflerin eserlerini basmak maksadına yönelmiştir; bu durumda bir öğretmenin -velev ki çok iyi kalitede olsa bile- ömrü boyunca yazdığı şiirlerini, hatıralarını, görüşlerini veya hikayelerini bakanlık yayını adı altında bastırmasında isabet görmüyorum. Kitap piyasasındaki rekabete dayanıklı şiir kitapları zaten -az da olsa- yayınlanıyor. Bakanlığın şiir kitapları piyasasına girmesi ise haksız rekabet yanında çeşitli mahzurları da yanında getiriyor; şiirlerin dili, şairin politik görüşleri, eserin topyekün kalitesi vb. gibi.

Devletin gölgesinde memleket kurtarmak!

Bakanlık son zamanlarda dergi yayıncılığına da el attı. Eğitim dergisinin Ocak 2004 tarihli son sayısını gördüm; tipik bir edebiyat dergisinden farksızdı. Bir bakanlık edebiyat dergisi yayınlayabilir mi? Bence bu gibi faaliyetlerden uzak durması gerekir; zira bu kabil yayınlar dedikoduya fazlaca müsait neşirlerdir.

Aynı hataya, sanki daha önce işlenmemiş gibi Kültür Bakanlığı da saplandı. Hâlâ devam ediyor mu bilmiyorum; bir zamanlar yüksek lisans ve doktora tezine güvenen elinde dosyayla Kültür Bakanlığına müracaat ediyor ve ne yazık ki adamını bulan, çalışmasını "resmi yayın" etiketiyle bastırabiliyordu. Bu yayınlar arasında baskı ve dizgi itinasızlıkları bir yana, esastan hatalı pek çok eser genel bütçe imkânlarıyla yayınlanıp haksız rekabete mevzu teşkil etmiştir ve yayınevi rafları, orta dereceli okullarda ev ödevi hazırlamaktan başka hiçbir işe yaramaz, ilmi değeri su götürür yüzlerce kitapla doldurulmuştur.

"Çağdaş yazarlar dizisi" de aynı bünyevi zaaflarla mâlul; bu diziler tek tek ele alındığında çok tartışma yaratabilecek vasıfta eserlerin piyasaya çıkmasına sebep oluyor; içlerinde -sırf devlet yayını sıfatını taşıdığı için- politik, ahlâki, felsefi açıdan mahzurlar serdedebilecek eserler var. Adı üstünde devlet yayını bu. Kimsenin devlet kesesinden sağcılık, solculuk yapmasına, memleket kurtarmaya kalkışmasına tahammül etmek zorunda değiliz. İsteyen serbest piyasada eserini bastırıp fikirlerini yayabilir ama devletin gölgesinde aynı işi yapmak biraz ayıp oluyor.

Bilerek örnek vermedim; tek tek şu veya bu yazarla alıp veremediğim yok; bence devlet, yayıncılıktaki fonksiyonunu yeniden hatırlamalı ve yayınlanması gerektiği halde özel sektörün iltifat etmediği "kaynak" niteliğindeki baskısı külfetli eserleri kendisine hedef seçmelidir.