Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Güneydoğu'dan ne zaman üzücü bir haber gelse, psikolojik bir sersemletilme kampanyasına tâbi kalıyoruz: "E, tabii, devlet üstüne düşeni yapmadı, reformları savsakladı, bölgeye ağırlık vermedi, iş imkânlarını artıramadı; bölge halkı işsiz, eğitimsiz, geri kalmış, buna karşılık Ankara göstermelik lâflar haricinde bir şey yapmıyor vb."

Yine aynı terâne yükselmeye başladı: Güneydoğu'daki bütün olumsuzlukların sebebi devlettir, Ankara'dır, hükümetlerdir. Kabul edelim, bu psikolojik tahakkümün etkisi altında kalmayanımız yok gibi. Böylece en son Şemdinli ve civarındaki eylemlerde gördüğümüz olumsuzlukların sebebi -eylemciler ne yapmış olurlarsa olsunlar- devlete ihâle ediliyor: Kabahat devlettedir! İşte göstericiler, -ne şekilde olursa olsun, yatıştırılmasına asla imkân bulunmayan- bir mazlumluk hâletini her eylemden sonra yeniden takınabiliyor ve tabir yerinde ise, kendilerini daima "alacaklı, mağdur ve gadre uğramış" hissediyorlar. Bugüne kadar bu psikolojik mekanizmayı sorgulayan etkili bir adım atıldığına şahit olmadık.

Başlangıcından bu yana devletin Güneydoğu siyasetlerindeki yanlışlıkların her biri bir sayfaya yazılsaydı belki kitap olurdu, inkâr edilemez. Ama yaptığı yanlışların belki de en vahimi, psikolojik düzlemde daima edilgen ve suçlu taraf durumunda kalmak zaafına müdahale edilemeyişidir. Bölge halkı kendini daima mağdur ve haklı hissederken, buna mukabil kamuoyunun daha geniş bir kısmınca Güneydoğu'da olup bitenlere öfke duyulması vaziyetin gerçek boyutlarıyla anlaşılmasını puslandırıyor. Bu manzara hayır alâmeti değil.

Bu saatten sonra tabloya daha iyimser bakmak mümkün olabilir mi? Etrafımda hep bu sorunun telaffuz edildiğini işitiyorum: "Bu işin âkıbeti nereye varır?" diye derin derin düşünüyor insanlar. Daha doğrusu biraz ferâset sahibi olan herkes, kendi nefsine verdiği cevabın âkıbetinden ürküyor.

Kurumsal hâfızaya ve akla sahip olduğunu varsaydığımız devlet, bu krizi yönetemedi. İnsanların zihninde neredeyse genetik kireçlenmeye yol açmış psikolojik tutumları değiştirmek kolay değil. Kaldı ki niceden beridir Güneydoğu meselesi bir iç problem olmaktan çıktı; ucunun hangi ülkelere, hangi istihbarat servislerine, hangi uluslararası legal ve illegal kuruluşlara uzandığını kimselerin kolay kolay çözemeyeceği garip bir mâhiyet kazandı: Şemdinli'deki hadiseleri, Kuzey Irak'taki "devletsi" gelişmeden tecrid ederek tahlil etmek mümkün mü? Şemdinli'den güneye doğru 30 km yol alan herkes, ABD'nin askeri nüfuz mıntıkasına adım attığının farkında artık.

Onun için Başbakan'ın, "unutmayalım ki biz bir mozaiğiz" cümlesi de, yeniden hatırlatmak ihtiyacı duyduğu "anayasal vatandaşlık" esprisi kadar su üzerine yazılmış intibaı veren bir retorikten ibarettir. Artık şu noktaya geldik: Bir olgunun hangi kelimelerle ifade edildiği ve gerçekte ne olduğu anlamını kaybetti, kişilerin olguyu nasıl gördüğü ve nasıl anladığı fiilen daha önemli. "Ebrû"dan geçtik, mozaik yerine "karo" teşbihi de yapsanız, psikolojik beklentilere cevap vermiş olmuyorsunuz. Başbakan'ın ünlü Diyarbakır çıkarmasından önce gündeme gelen Aydınlar Bildirisi'ne duyduğum güvensizliğin temelinde, işaret etmeye çalıştığım psikolojik kireçlenme hâleti vardı. Aydınlarımız, bölgeye iş, yatırım, okul ve hatta doğrudan para aktarıp, demokratikleşme imkânlarını genişletmekle gerginliğin çözüleceğini hesaplarken kimyager gibi davranıyorlar. Meselenin ideolojik bir mahiyet kazanmış önyargı karakteri ihmâl edildiği için bu gibi safdilâne tavsiyelerin konuya ışık düşürmesi uzak ihtimâldir.