Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Birkaç yıldır sessiz sedasız bir devrim yaşıyoruz; birkaç yıl sözün gelişi; dijital fotoğraf makineleri çıkalı on sene civarında bir süre geçti; devrim sayılabilecek tarafı, ışığı sayısal verilere dönüştürerek depolayabilen dijital makinelerin birkaç seneden beri "harcıâlem", yani orta seviyeli gelir grubuna dâhil herkesin tedarik edebileceği bir şekle bürünmesi. Film yok, baskı yok, "yandı mı, ışık aldı mı; her ihtimâle karşı bir kare daha çekelim" endişesi bitti.

Fotoğraf makinesi satılan "lüks hırdavat" dükkânlarında şimdi sadece dijital makineler vitrinleri süslüyor. Film esasına göre çalışan klasik fotoğraf makineleri ise şaşırtıcı derecede ucuzlayıp ikinci el piyasasına, hatta milyoncu mağazalarına kadar düştü. Bazı fotoğrafçı dükkânlarında ise eski makineler vitrin süsü olarak kullanılıyor. Bir zamanlar profesyonellere hitab eden Yasciha, Mamiya, Kodak, Petri vesaire gibi objektif takımları değiştirilebilen, mekanik ve ağır makineler yüzüne bakılmaz hale geldi. Bazı fotoğraf sanatçıları "ille de film", hatta, "ille de siyah-beyaz fotoğraf" diye direnip dijital makineleri profesyonel işler için hâlâ güvenilmez buluyorlar; şüphesiz bu gibi itirazların haklı tarafları da vardır ama başka bir şeyden, fotoğrafın, daha doğrusu dijital fotoğraf makinelerinin demokratikleşmesinden bahsediyoruz.

Dijital makinelerde "film bitti" derdi yok; "hard diskte yer kalmadı veya batarya zayıfladı" endişesini saymazsanız artık fotoğraf çekmek eskiye göre son derece ucuzladı ve pratikleşti. Pratikleşti çünkü klasik makinelerle fotoğraf çekmek, fotoğrafçılık teorisi hakkında azbuçuk bilgi sahibi olmayı gerektiriyor, doğru ayarlanmamış poz ve ışık ayarları kötü resim sonucunu doğuruyordu. Harcıâlem hale gelmiş dijital makinelerin çok detaylı ışık ve poz ayarlarına imkân veren bir seti bulunmakla birlikte fotoğraf teorisinin cahili sayılabilecek olanlara hitab eden otomatik ayarı var; size sadece görüntüyü ortalayıp deklanşöre basmak düşüyor.

Bundan yirmi sene kadar önce fotoğrafçılık, küçük çaplı bir devrim daha geçirmişti; plastik kasa ve lenslerle çok ucuza mal edilen ve üzerinde flaş düğmesi hariç hiçbir ayarlama düğmesi bulunmayan klasik makineler, kapı kapı dolaşan pazarlamacılar elinde milyonlarca satarak makineye film takmasını bilmediği için fotoğrafçıya taktıran sıradan insanların kullanabileceği âlet haline gelmişti. Evlerimizde bazı dolapların fotoğraf albümleriyle tıka-basa dolması işte bu devre tesadüf ediyor; daha da önemlisi, fotoğraf icad edileli beri neredeyse iki asır olmasına rağmen şahsi ve sıradan tarihlerin, ancak bu "ucuz ve kolay fotoğraf" devriminden sonra resimlenebilmesi olmuştur. Her aile albümü, aynı zamanda o ailenin en sağlam tarih belgelerini oluşturur. Genel tarihin pek ilgilenmediği mikro tarih hikayeleridir bunlar; önce yüzler belgelenir, sonra mekânlar, olaylar; böylece sıradan bir aile, kendi tarihinin belgelerini derlemeye başlar; fotoğraf ucuzlayıp basitleştikçe belge artar ve mikro tarihler, genel tarihi şaşırtıcı şekilde desteklemeye başlar. Şimdi dijital makinelerle tam bir fotoğraf bolluğunun ortasına düşmüş bulunuyoruz; cep telefonu ile ilginç bulduğu bir şeyin fotoğrafını çekenler günde birkaç kere rastladığımız sıradan ayrıntılardır. Bu gelişmeye bir de video kayıt yapabilen kamera sistemlerinin ucuzlayıp harcıâlemleştiğini de ilave edersek, gelecek zamanlara hemen her şeyin görüntüsünü bırakabilecek ilk şanslı kuşağı teşkil ettiğimizi görürüz. Nitekim televizyon haberlerinde seyrettiğimiz sıradışı olaylar, çoğu zaman amatör kamera kullanıcıları marifetiyle kayda alınıyor.

Bu noktada "fotoğraf ne işe yarar" sualini irdelemenin yeridir; amatör fotoğrafçılar ilk planda mutlu olayları belgelemeyi hesaba katarlar; nitekim aile albümlerindeki fotoğraflar ya düğün veya nikah, ya sünnet merasimi veya tatil günlerine dairdir. Fotoğrafın harcıâlemleşmesiyle birlikte bu defa hayatın her vechesi kameraya aksetmeye başladı ve böylece mutlu ve anlamlı bir vesileye gerek kalmaksızın sıradan anlar da kayıt altına girmeye başladı. Fotoğrafları şüphesiz, bir süre sonra onlara tekrar bakıp zamanın tahribatını görmek için saklıyoruz; bir nevi "yâd-ı mâzi." Fotoğraf karesinde donup iki boyuta indirgenen zamanın görüntüsü, modern zamanların en akıl almaz buluşudur. Öyleyse bu belge bolluğunu, gelecek kuşaklarımız için manidar kılacak ufak-tefek ayrıntıları da daha şimdiden halledip düzenli âdet haline getirmek lâzım. Bu gerekliliklerin başında her fotoğrafa en azından tarih koymak geliyor; sadece tarih değil, fotoğraftaki kişilerin isim listesini, mekân bilgisini ve fotoğrafa sebep teşkil eden hadisenin ne idüğünü de kayıt altına almak şarttır. Dijital fotoğraflar genellikle bilgisayar ortamında saklandığı için fotoğrafı işlemek zor olmayacaktır; ikinci adımda çekilen fotoğrafları klasörler (veya diskler) şeklinde sınıflandırıp sıraya koymak ve saklamak geliyor. Her birimiz farkında bile olmadan günün tarihine materyal hazırlayan küçük çaplı birer vakanüvis olduk; geleceğin tarihini hazırlamaktayız.

Bu bir devrim ama her teknolojik atılım gibi kısa zaman parçalarına sığabilen yumuşak geçişlerle yaşandığı için pek farkına varamıyoruz. 1936 senesinde vefat eden dedemin, ardında bir vesikalık bile bırakmadığını, çehresinin, bizler için tamamen meçhul olduğunu hatırlatırsam, kendimizi ortasında bulduğumuz fotoğraf bolluğunun anlamını daha iyi kavrayabiliriz.

AKLINIZDA BULUNSUN: HAYDİ CANIM "SEN" DE!

Önceki hafta bir kampanya teklifinde bulunmuş, muhataplarına "sen" sigasiyla hitabı tercih eden firmaları ikaz etmemiz gerektiğinden bahsetmiştim. Eski öğrencilerimden biri bu daveti kendi web sitesinde (http://pazar-lamaca.blogspot.com) duyurunca ilginç cevaplar almış; beni hayretlere düşürecek oranda görüş sahibi, bu hitap şeklinden memnun görünüyor. "Bu kampanya gereksiz; müşteriye 'sen' demek bütün dünyada yaygın bir adet." diyenler var, meseleyi yaş ve kuşak farkı gibi değerlendirenler de...

Reklamcılar zeki adamlar; elbette 'sen' hitabının piyasa değerini fark etmiş olsalar gerektir, ne var ki ille de başarıya kilitlenmiş zekâ, her zaman nezaketi kapsamayabiliyor.

Kendine "sen" diye hitab edilmesinden rahatsız olmayanlara söz yok ama müşterek bir insani değer olarak nezaketin geçerliliği asla kaybolmayacaktır.