Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir avukat arkadaşım yıllar önce başından geçen bir hadiseyi anlatmıştı. Yaşlı bir kadıncağız davacı sıfatıyla mahkemeye gelmiş ama durum beklediği gibi gelişmeyince itiraz edecek olmuş.

Hâkim de kadını iknâ maksadıyla "kararıma itimad et, bak ben peygamber postunda oturuyorum" deyince yaşlı kadının ağzından gayr-ı ihtiyâri, "o zaman ben de dâvâmı hâkimlerin hâkimine havâle ederim" sözleri dökülüvermiş. Hâkim hayli genç olsa gerektir ki, celâllenmiş, köpürmüş, yetkisine dayanarak hemen oracıkta "mahkemenin mehâbetini ihlâl"den tutuklayıvermiş kadını. Aradan saatler geçtikten sonra diğer hâkim arkadaşları, samimi görüştüğü avukatlar vesaire araya girerek kadını cezaevine gitmekten güçbelâ kurtarabilmişler.


Avrupa Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Türkiye'ye sert uyarılarda bulunarak davanın Türkiye için bir test olacağını bildirmiş ve, "Mahkemede yargılanacak olan Pamuk değil Türkiye'dir. Umarım Türkiye İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Kopenhag Kriterleri'ne uygun davranır" buyurmuş.

Mademki, Türk mahkemelerine hariçten "ayar vermek" vaka-yı âdiyeden sayılıyor, ben de Türk hukuk sisteminin mehâbeti ve selâmeti bakımından hatırlatmak isterim: Pamuk davası düşürülmeli ve onlarca kamera ve yüzlerce gazeteci refakatinde Nobel Cemaati'ne "fikir hürriyeti engellenen yazar" görüntüsü vermesi suhûletle engellenmelidir. Aksi takdirde önümüzdeki sezon, mâhut yazarın Nobel'i kapıp götürmesi muhakkaktır, biline.


Peki bu temennî, Anayasa'nın 138. maddesini ihlâl kapsamına girer mi? Literal okuma itibariyle bu temennînin anayasayı ihlâl kapsamına girmesi gerektiği açıktır. Nitekim ülkemizin mâruf Anayasa hukukçularından Prof. Dr. Erdoğan Teziç'in bazı hâkimleri telmihen, "Mesleki ilerlemenizi dikkate alarak yargıya güveni taze tutmanızı istiyorum" şeklindeki mütalaasının da aynı kapsamda değerlendirilmesi mâkul olur. Ne var ki Sayın Teziç, "Hocam bu sözleriniz yargıya müdahale değil mi?" şeklindeki sorulara, "Hayır, amacım sadece düşündürmek" cevabını vermesi gönlümü ferahlatmış bulunuyor zira netice itibariyle yeni Nobel namzedimizin, bir kısım yabancı matbuata sarf ettiği iddia olunan sebük-magzâne elfâzdan ötürü ciddiye alınıp yargılanmak yerine, "pardon, karışıklık olmuş; siz eben-an-ced mâsumsunuz beyefendi" denilerek dâvâdan vazgeçilmesi yolundaki temennîm dahi Sayın Teziç'in "düşündürmek" maksadıyla aynı istikamette telâkki olunmalıdır.


Kimin söylediğini hatırlamıyorum ama galiba hakikat payı büyüktür: "Adli işler bir örümcek ağına benzer; kanatları ve pençeleri güçlü olanlar o ağı parçalayıp kurtulurlar, zayıflar ise takılı kalırlar." Bu vecizenin işâret ettiği mânâ açıktır: Hukuk esasen zayıfları himâye etmek için tesis olunmuştur; güçlüler kendi haklarını zaten koruyabilecek yapıya sahiptir. Güçlünün ve zayıfın hukuk önünde eşit mesafede telakki edilmesi, Osmanlıların "nizâm-ı âlem" dedikleri âsâyiş ve genel huzuru adâlet mihverinde muhafaza etmenin biricik şartıdır. Bu âhenk zedelenirse toplum düzeninde tabiat kanunlarına ricât edilir. Yani bir devletin gücü ve büyüklüğünü, asker sayısıyla, üretim kabiliyeti ile, ekonomik büyüklüğü ile ölçmek sağlıklı sonuç vermez; güçlü ve büyük devlet, bize dair o güzel söyleyişle, kuzuyu kurt ile huzur içinde bir arada yaşatabilmekle ölçülür.


Hukukçu değilim; hukuk usûlü hakkındaki mâlumatım, fakültelerde okutulan "hukuka giriş" derslerinin kapsamını aşmaz; o yüzden bilgiyle değil sezgiyle hissettiğim bir gerçeğin, hukuk tekniği ve diliyle nasıl ifade edileceğini bilmiyorum.

O gerçek şu: Yargı nizâmımız çok büyük basınç altındadır ve bu muzâyakadan sâlim çıkma ihtimâli pek zayıftır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, AB'ye girmek gibi hayli muhâl bir ihtimâli zorlamak yerine evvelemirde yargı nizâmını yeniden ayağa kaldırmalıdır.