Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yakın zamanlara kadar halk arasında, felsefe okuyanın "kafayı sıyıracağı" yolunda bir bâtıl inanış mevcuttu ve bu kanaat, felsefe tahsilinin insanda mutlaka inanç buhranına yol açtığı aksiyomundan kaynaklanıyordu.

Her bâtıl itikat, kendisini destekleyen istisnai hadiselerden güç aldığına göre böyle birkaç hadise yaşanmış olsa gerektir ama bu önyargıyı besleyen başlıca vâkıa, tarihi maddeciliğin taşıdığı "felsefî" etiket olsa gerektir diye düşünüyorum. Basın ve fikir dünyasının meşhur inançsızları, çoğunluk itibariyle tarihi materyalizmin efsûnuna zebûn olmuş kimselerdi, kısaca komünist yani. Felsefe lâfzının bizde meş'um bir mânâ rengine bürünmüş olmasında bu konunun hissesi büyüktür.

Kezâ bizde felsefenin illâ ki "Dinle yaka"paça olmayı gerektirdiği yolunda bir başka bâtıl itikad daha vardır; beylik ifâde biçimiyle "Dogmalardan arınmış bir düşünce yapısına ulaşmanın anahtarı, ancak felsefeyle elde edilebilir" müteârifesi! Doğru ve gerekli bir nokta ama dogmanın birinden sıyrılıp bir başkasına sığınmak, hatta ona zencir"bend olmak değil. Ahalinin felsefe kavramında tehlikeli bulduğu husus, onun din aleyhtarı bir düşünce, hatta hayat tarzı gibi takdimiydi; bu vehimdeki isâbet, Türkiye'de felsefe çalışmalarını menfi yönde etkilemiştir ve bunun için suçlanması gereken son merci amme vicdânıdır; ilk merci ise bizatihi felsefeyle uğraşanlar.

Her beş senede bir tekrarlanan Dünya Felsefe Kongresi'nde şu günlerde Türkiye ev sahipliği yapıyor ve bu hadise, seneye damgasını vuracak bir entelektüel hareketliliktir. Kongrenin açılışında Cumhurbaşkanı'nın yaptığı konuşma, az önce izah etmeye çalıştığım anlayışın bütün ârâzlarını bir kere daha vurgulayan ve altını çizen bir metin olması bakımından dikkate değer nitelikteydi. Sayın Sezer, "Türk büyükleri"ne yaraşır bir yaklaşımla evvela dünya felsefe camiasının itibarlı temsilcilerine dört başı mâmur bir felsefe tarifi yaparak yıpranmış bilgilerini tazeledikten sonra, Türk devlet seçkinlerinin iki asırdan beri bir türlü sıyrılamadığı "dogma"lara duyduğu imanı tekrar ediyor. Meselâ, "İnsanlık, bilim, teknoloji, ulaşım ve iletişim olanakları yönünden çok ileri noktalara ulaşmıştır. Bilimdeki ilerlemeler, binlerce yıllık tabuları yıkmış, düzenli gelişmenin, engin bir düşünce ve deneyim birikiminin önünü açmıştır. Bilgi, tüm insanlığın yararlanabileceği biçimde evrenselleşmiştir" cümleleri, muhtemelen bu kongrede tartışılması vakit zayii kabul edilecek türden bir "pozitivist dogma" âmentüsüne örnek sayılabilir. Kezâ yine Cumhurbaşkanımız tarafından seslendirilen ve "Türkiye Felsefe Kurumu"nu telmihen söylendiği anlaşılan "Ülkemizde felsefenin kurumsallaşması Cumhuriyet döneminde başlamıştır" fikrini, tebessümle karşılamakla iktifa edebiliriz. Zira cümlenin devamında yer alan, "Köklü bir geleneğe sahip olan Türk felsefesi, ancak bu dönemde laik ve çağdaş bir yaklaşıma kavuşmuştur" cümlesi, kendisinden önceki cümleyi nakzeden bir muhteva taşıyor. Cumhuriyetle başlayan bir kurumsallaşmanın nasıl olup da "köklü bir geleneğe sahip olabildiğini", kongreye katılan ecnebi misafirler merak etmiş olsalar da nezâket gereği seslendirmekten kaçınabilirler; bizim kaçınamayacağımız husus, neredeyse bir asırdan beri birbirini izleyen şu iki cümledeki derin çelişki ve yaldızlı sözlerin resmi tahakkümü altında "serbest düşünce" faaliyetinde emekliyor oluşumuzdur.

Sayın Sezer'in konuşması, Türkiye'de felsefe eğitiminin ve felsefî düşüncenin altyapı yetersizliklerini "çözümlemeye" medâr olacak hayli zengin malzeme ihtivâ ediyor ve sırf bu bakımdan bu konuşmanın tenkidi uzunca bir risâle teşkil edecek kadar hacim tutabilir. Meselâ, "Felsefe dil olmadan düşünülemez. Düşünceyle dilin örtüşmesi felsefeyi oluşturur. Bu nedenle, bir felsefe tarihçimizin deyişiyle, 'felsefenin Türkçeleşmesine ve Türkçenin felsefeleşmesine' özel önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum" cümlelerinin ardında sahih bir birikimin olup olmadığını merak edenler, zaten acınacak bir fukaralık sergileyen felsefe literatürümüze ilave edilen yeni te'lif ve tercümelerin, Sayın Sezer tarafından bile okunup anlaşılması müşkül derecede çetrefil ve kötü metinler olduğunu hayretle fark edebilirler.

Olguların mâhiyetine nüfuz etmeden satha dokunup geçen genel ilgi cümleleri ile fikir beyan etmek, devlet ricâlinin alışkanlığı oldu.

Ancak tanıyan ve bilenler mukayese edebilir: Velev ki Aliya İzzetbegoviç böyle bir kongrenin açılış konuşmasını yapmış olsaydı neler söylerdi dersiniz?

  1. Dünya Felsefe Kongresi'ne başarılar dilerken, Sayın Cumhurbaşkanı'nı, açılış konuşmasının niteliği ve muhtevası sebebiyle "her satırı tenkide lâyık olmasına rağmen" Türk fikir dünyasına yaptığı katkılar dolayısıyla tebrik etmek isterim. Bu kongreden hissemize düşmesi gereken en mühim katkı, bu açılış konuşmasının tenkidinde sağlayacağımız irtifâ ile mütenasip olacaktır.