Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Açık söylemek lâzımsa, daha önce Hacca gidip de her Hac mevsiminde gözünden sicim gibi yaş dökerek yeniden gitmek için yanıp yakılanları anlamaz, "yahu bir defa gittiniz; farizayı yerine getirdiniz, ikincisi de ne oluyor?" diye içten içten içe çıkışır dururdum da bu gibi heyecanlar bana biraz göstermelik gibi görünürdü.

Ramazan Bayramı geçip de günler, "iki bayram arası" diye bilinen zamanda hızla akmaya başlayınca bütün memlekette usuldan bir Hac kımıltısı başlar; evvelâ vaizler, Diyanet aracılığı ile gitmeyi düşünen hacı adaylarına hatırlatmalarda bulunarak müracaatların başladığını söylerler, ardından "falancalar da gidiyor", "biz de birkaç sene sonra inşaallah", "nerde o günler" gibi cümlelerin etrafında dönüp duran muhaverelerle ilgili—ilgisiz herkes Haccı konuşmaya koyulur. Yakın akraba ve komşudan birileri varsa, ateş yakında demektir: "Yarın pasaportlarını alacaklar, filanca gün kursa çağırmışlar, gitmeden önce çağırıp ikramda bulunalım" gibi heyecanlar, gitmeyenlerde merak ve hasreti, daha önce gidenlerde ise tarifsiz bir kıskançlık ve imrenme hissini körükler durur. Hareket günü yaklaştıkça hazırlıklar artar, hemen herkesin Hac yolcularına bir tavsiyesi veya bir emaneti olur ama geride kalan herkesin isteği aynıdır;

—Bizim için de dua edin; Resullullah'a bizden de selam söyleyin!

Hacım, güzel hacım!

Açık söylemek lâzımsa, daha önce Hacca gidip de her Hac mevsiminde gözünden sicim gibi yaş dökerek yeniden gitmek için yanıp yakılanları anlamaz, "yahu bir defa gittiniz; farizayı yerine getirdiniz, ikincisi de ne oluyor?" diye içten içe çıkışır dururdum da bu gibi heyecanlar bana biraz göstermelik gibi görünürdü. Öyle değilmiş, artık biliyor ve anlıyorum.

Geçenlerde mahalli televizyon kanallarından birinde bir Hac belgeseli görüntüsü yakalamış hanım; alelacele çağırınca telâşla koştum. Mutfak masasının kenarına oturup bitene kadar seyrettik. Yüreğimin mayalı hamur gibi kabardığını, o güne kadar hissetmediğim cinsten hasretlerin kımıldanıp durduğunu anlatmam belki de doğru değildir. Hanım ise gözleri lâhzada kızarıp şişmiş, hasretle ekrana bakmakta; "A, bak biz de buralardan geçmiştik, ah ne güzeldi değil mi?"

Ne var ki bizim evde bu iştiyak hep vardı ve daima yaşandı. Halam ve annem yıllarca taş baskısı naif Mekke ve Medine resimlerini her gördükçe gözyaşı döküp âh ü enîn ettiler, "Ya Rabbi bize de ölmeden nasib et" diye secdelere kapanıp yakardılar. Meğer ben onları, çok serinkanlı bir gözlemci gibi dışardan seyretmiş, onların ne hissettiğini onlarla birlikte hiç anlayamamışım. Şimdi ekrandan akıp geçen her kare yüreğimi kımıldatıyor, duygu kaynamalarına sebep oluyor.

O hikâye şöyle sona erdi: Halam, sevgilisi Kâbe'yi dünya gözüyle görüp, o tatlı "Hacı Fadime hanım" unvanını hak edemeden rahmete intikal etti; defalarca rüyâlarında gördüğü ve hasretiyle nice kanlı gözyaşları döktüğü beldeleri şimdi inşaallah görmüş gibidir. Annem ise meşhur tünel faciasının olduğu sene, nice zorluk ve bâdireler atlatarak selâmetle "Hacı anne" olup geldi. "Hacıanne!, Hacıbey!, Hacıemmi!, Hacıhanım!" ya da kısaca "Hacım!" Hangi lisanda bu kadar güzel kelimeler var ki?

Yine gam yükünün kervanı geldi...

Şimdi yine o mevsimdeyiz işte; mahallede, camide, konu—komşu sohbetlerinde ve basında konu tekrar be tekrar gündeme geliyor; evvel gitmiş olanların yüreği cızlıyor, şimdilik gitmesine imkân ve ihtimâl görünmeyen niceleri, "Ya Rab görünmez hazinelerinden gönder ki biz de gidebilelim" diye yakarıyor. Bugünlerde Diyanet'in cami seminerleri de başladı. Öğleyle ikindi arasında şehrin merkezi camilerinde hacı adayları gruplar halinde eğitime tabi tutularak küçük bir Kâbe maketi etrafında yönleri, mevkileri tanıyor, tavaf âdâb ve usûlü hakkında bilgi alıyor ve temel kavramları öğreniyorlar. Böyle talebeliğe can kurban yahu; kim istemez?

Kâbe'yi özlemek nasıl bir şey?

Fariza ise, gücümüz yettiği nisbette yerine getirdik hamdolsun, görmekse gördük, peki, o halde her hatırlayışta gönlü tatlı bir ürperti ile saran ve yeniden o güzel iklim içinde bulunmayı şiddetle özleten şey nedir? Mâlum, haccın meşakkati az değil; bedenî görevler hayli ağır. İklim de her zaman, bu yıllarda olduğu gibi mutedil olmaz; kışın en soğuk günlerinde bile 30 derecenin altına düşmeyen zorlu şartlarda ve onca hengâme ve kalabalık içinde bulunmak için insan niçin iştiyak duyar?

Bazı şeylerin tahlili yapılmamalıdır fikrine iştirak ederim: "Kâbe hasreti" de böyle bir şey işte; hem anlatılabilir, hem anlatılamaz. Anlatılamaz çünkü herkesin oradan bulduğu ve oradan aldığı şey kendine göredir ve tarife sığmaz. Anlatılabilir çünkü, anlatılması, en azından denenmesi gerekir.

Kelimelere sığan...

Kâbe, sadece ve sadece dini tecrübeyi bir üst mertebeye çıkarmak için gidilen bir yer; bir diyar, elle tutulur, gözle görünür, içinde yaşanılır. Mânevi birikimler orada Kâbe'nin teşkil ettiği anlam bütünlüğü önünde sigâya çekilir. Oraya sadece bir farzı yerine getirmek için gider, sadece bu amaç için orada bulunursunuz; etrafınızdaki herkes öyledir. Hacc'ın âdâb ve erkânından başka bütün sosyal mükellefiyetler askıdadır. Orada zaman ve mekân, hac kalabalığı ile bütünleşip insanı o müthiş dini beraberliğin bir parçası haline getirir.

Bir parça tatile benzer; ömrü boyunca çalışıp didinenler için orada sadece ibadet görevleri vardır.

Kâbe ki seyri bile sevaptır, etrafında "yörük değirmenler" gibi dönen ve yüksek sesle yakaran insanların beyaz uğultusu, size de yörüngeye girip dönmek ve dönmek için can attıracaktır. Orada duanın gündelik alışkanlık veya ritüel olmaktan çıkarak sanki ilk ve son defa niyazda bulunduğunuz hissine kapılırsınız; orası, kendi dualarınıza ve başkalarının dualarına dokunabildiğiniz bir yer ve andır. Yorgun bedeninizi bir lâhzalığına dinlendirmek için bulduğunuz ilk sütun dibine ilişir, soğutulmuş Zemzem suyundan bir maşrapa içip tazelenirsiniz. Orda sadece Allah'a senâ etmek için varsınız ve bu gayretten başka herşey orada süflî ve değersizdir. Etrafınızdaki herşey ve herkes bu amaca yönelmiştir; siz de yönelirsiniz; dua etmek bir noktada insanın kendiyle hesaplaşması, kendinde neyin eksik bulunduğunun zapta geçirilmesi ve çok daha mühimi, ferdiyetle içtimailik düşüncesinin birbiriyle hesaplaştığı bir faaliyettir. Nefistir, evvelâ kendiniz için dua edersiniz, sonra tek başına onca nimete sahip olmanın pek de güzel olmayacağını farkeder "diğerlerini" hatırlarsınız; hatırladıkça süblime olur, insanlaşırsınız. Orası ümit kapısıdır; insanlar orada dualarının kabul olunduğu inancıyla Hakk'a yönelirler ve öyle bir itminân içinde oradan koparak memleketlerine dönerler; her Kâbe görüntüsünde özlenen, işte o ruh hâline yeniden dönüş ve arınıştır.

..........

Henüz erken ama daha şimdiden gidenlere selâm olsun; yolları açık olsun ve dualarda bizleri de hatırlasınlar ve iki cihanın "Efendi"sine bizden de selâm söylesinler!

Aklinizda bulunsun:

Küçük şeylerı önemsemek ıçın büyük sebepler

En iyi şeyler küçük çıkınlarda taşınırmış.

Küçük bir beden çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.

Ufak balıklar lezzetli olurmuş.

Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış.

Büyük odunlar ateşi söndürebilirmiş.

Her küçük şey mutlaka işe yararmış.

Bir çok küçük bir büyük edermiş.

Sağanak dediğimiz küçük damlacıklardan ibaretmiş.

Ufacık bir yağmur kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.

Muazzam bir aydınlık küçük bir delikten görülebilirmiş.

Saman çöpü rüzgarın yönünü gösterirmiş.

Bütün hasat bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş.

Büyük bir geminin batması için küçük bir delik yeterli imiş.

Çok veren malından, az veren canından verirmiş.

Yükte hafif olmak pahada ağır olmaya engel değilmiş.

Deve büyükmüş ama ot yermiş, şahin küçükmüş ama et yermiş.

İnsan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman cömertliği öğrenebilirmiş; büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey ızdırap olurmuş.

Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa, bunun sebebi onun küçük adamlara gösterdiği ihtimam imiş.

Büyük makineleri küçük çarklar çalıştırırmış.

Küçük başlangıçlar olmadan büyük sonuçların sağlandığı vaki değilmiş.

Not: Bu güzel fikirlerin kaynağını size bildirmek isterdim ama ne yazık ki internet aracılığı ile bana gönderen okuyucum da uzun zamandan beri sakladığı bu sözlerin kaynağını unuttuğunu söyledi. Meçhul yazardan özür dileyerek...