Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Masanın bacaklarını yere koyalım.

Bundan on sene kadar önce, İslâmi şirket veya yeşil sermaye diye bilinen sermaye transferi olgusunu doğru değerlendirelim.

On sene önce gerek yurtiçinde, gerek Avrupa'da para toplamaya çıkan kişiler ne dediler?

"Arkadaş, paranı Batıcı sistemin finans kuruluşlarına yatırıp haram faize tâlib olma; biz Türkiye'de sizin ana südü gibi ak ve helâl birikimlerinizle fabrikalar, işletmeler kuracağız" dediler.

Bir şey daha söylediler; "Bize teslim ettiğiniz paraları, resmi faizin çok üstünde bir rakamla nemalandıracağız" dediler. "Onlar (meselâ) % 14 veriyorsa, biz % 20 veriyoruz" dediler. Ama dikkat, "Bankalar % 14 veriyor ama biz o kadar riske giremeyiz; biz % 12 vereceğiz; iki puanlık faiz için günaha girme" demediler!

Faiz yemekten korkan vatandaşlar da hayrettir, "resmi bankacılık sistemi % 14 verirken sizin % 20 vaat etmeniz çok garip; bu iş aritmetiğe aykırı" demediler.

İçlerinden bazıları, "iyi de neticede bu da faiz değil mi yahu?" diye minik itirazlar seslendirdiler ve ardından hemen "kat'iyyen" cevabını aldılar, "bizimki faiz değil; kâr payı". "Biz paranızı işleteceğiz, helâl ticaret ve endüstri yatırımlarına dönüştüreceğiz; resmi sistemin verdiğinden daha fazla kazanacak, size de bu kazancı aksettireceğiz" dediler.

İşte bunun üzerine, "haa, o zaman durum başka; bu iyi bir şey" diye düşündü bazı katılımcı vatandaşlarımız.

O günleri hatırlıyorum. Böylesine câzip rakamlara ve izahlara dayanmak için hafif tertip deli filan olmak gerekiyordu galiba. Bazı tanıdıklarım, olanca birikimini yatırdı bu firmalara. İçlerinde, evini arabasını satıp yılda % 20'nin altına düşmeyen döviz cinsinden garantili gelire bağlayanlar oldu.

Hem döviz cinsinden, hem garantili!

Arkadaşın biri anlatıyor: "O günlerde böyle para toplayan birinin yazıhanesinde idim. Vatandaş para yatırmak için kuyrukta bekliyor. Para toplayan ise paraları tomarla alıp çekmeceye atıyor, karşılığında uyduruk bir makbuz veriyor. Dayanamadım, yaptıkları işin usulsüz olduğunu söyleyecek oldum. Bir dayak yemediğim kaldı!"

Masanın bacakları yere değsin ki üzerine doğru şeyler koyabilelim.

Parayı toplayanlar suçlu; kendi rızasıyla götürüp teslim edenler de, böyle yapmakla, "haram faiz yememiş oluyorum ama ne kadar akıllıyım ki daha fazlasını helâl yoldan döviz üzerinden garantiye bağlıyorum" tarzında bir şark kurnazlığına kapılanlar da suçlu; kimlerin, kimlerden hangi hakla ve hangi usule göre para toplayabileceğini kayda bağlamayı akıl edemeyen devlet de suçlu.

İçlerinde, "ben kâr ortaklığı beklentisi içinde değildim; benim heyecanım sadece yurt kalkınmasına katkıda bulunmaktı" diyen varsa, o kişileri eleştiriden ayrı tutuyorum ama bana göre suç sıralamasında birinciliği, "parayı veren" alıyor.

Aynı filmi daha önce banker rezilliğinde görmemiş miydik dostlar? Lakin devrin bankerleri, "vatan, millet, helâl kazanç" demeyi henüz öğrenememişlerdi.

Madem günün modası, haydi ben de itiraf edeyim; tam da "kâr payı" gelirinin, mutedil ve mütedeyyin gönülleri hırsa sürüklediği günlerde, bir otomobil alacak kadar birikmiş param vardı. Parayı bankaya yatırmadım, "ihtiyacım olursa bir ay önceden haber veririm, ödersin" şartıyla bir esnaf tanıdığıma borç verdim.

Bu alışverişten kâr beklediğim yoktu ama anaparadan bir miktar zarar ederek ve birazcık da üzülerek o hesabı kapattık ama hiç üzülmüyorum; son zerresine kadar helâl olsun!

Öyle olmasaydı bugün masanın bacaklarını yere değdirmek kolay olmayacaktı!