Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türk kamuoyu, başta hükümet olmak üzere sosyal medya cereyanları ve kitle gösterileri ile Mısır’daki darbe yönetimini lanetliyor; bu haklı tepki, iki ülke arasındaki ilişkilerin olması gereken hali hakkında düşünce açıklamayı âdeta riske sokuyor.

Son günlerde en sık tekrarlanan suçlamalardan biri, “Sen Sisi yanlısı mısın; Suudi Kralı Abdullah’dan ne farkın var!” şeklindeki töhmetler oldu. Şüphesiz bu ta’nı hak edenler vardı fakat bu itham biçiminin yaygınlaşması, zihnî atmosferimizi konuşulamaz hale getirme eğilimi taşıyor; halbuki konuşulması gereken başkaca nüanslar da var.

Türkiye, darbenin ilk gününden itibaren darbeye “darbe” dedi ve teşhisini prensip itibariyle düzgün temellendirdi. Ne var ki özellikle uluslararası ilişkide prensiplerin siyaset haline getirilmesi, neredeyse diplomasi tarihinde hiç görülmeyen bir uygulama. Şu gün itibariyle diplomatik ilişkilerimiz en soğuk safhasını yaşıyor. Hemhudut bulunsak aradaki sınırların yok sayılacağı derecede bir samimiyet ve işbirliğinden sonra neredeyse karşılıklı düşman statüsüne gelişimizin Türk halkına kısa vadede büyük bir zararı dokunmayabilir fakat başka türlüsü de elbet mümkündü: Türkiye daha kontrollü bir yaklaşımla gerek İhvan mensuplarının gerek bütün Mısır ahalisinin bu badireden daha az zayiat ve bere ile sıyrılmasına medâr olabilirdi.

Önceden kararlaştırılmış bir program sebebiyle bir hafta kadar önce Mısır’da bulunan bir tanıdığımın gözlemlerini naklediyorum. Şöyle diyor:


Mısır’da demokrasinin şafak söktüğünü zannedenler, ne yazık ki bir fecr-i kâzib yanılgısı yaşıyorlar. İnsanların 80 yıldan beri beklediği fecir bu değildi, insanlar fazlaca hüsn-i zan ettiler.

Bir Mısırlı öğretim üyesi, ‘Biz halen Memlûk devletinde yaşıyoruz. Bu sefer de Arap Memlûkleri devlete hâkim’ tesbitinde bulunuyor.

Buradaki mücadele de aslında şuur altında bir adalet mücadelesidir. Yoksa şerî hükümler Mısır’da hâlen câridir. İsteyen İslamî kanunlara müracaat edebiliyor. Askerden de namaz kılmayan yok gibidir. Fakat sosyal hayatta adalet hissi ölmüş. İhvan’ın destek bulduğu esas husus da bu kaybolan fırsat eşitliğini geri getireceği ümidi idi aslında.

Burada bir husus daha dikkatimi çekti: Türkiye son bir ayda tarihî bir fırsatı kaçırdı. Darbe sonrasında taraflar arasında arabuluculuğu yapabilecek bir ikinci ülke yoktu. Hem Temerrüd cephesini ve askeri, hem de İhvan’ı beraber ikna etme gücüne sadece Türkiye sahipti, ne var ki bu imkânı kullanmak yerine doğrudan taraf haline geldik. Bugün ‘Türkiye içişlerimize karışmakta haddini aştı’ diyen Mısır yönetimi, eğer arabuluculuk imkânını kullansaydık şimdi bilakis müdahalemizden memnun olacaklardı.

Türkiye’nin açık desteğinden ötürü İhvân memnun. Fakat şöyle bir durum daha var: Darbeden bir hafta sonra Türk pasaportuyla her yere girerdiniz. Şimdi ise mahallemden çıkamıyorum...”


Baascılıkla sâbıkalı birkaç mecnundan başka Türkiye’de Mısır’daki darbeyi ve elini halkının kanına bulamış darbecileri savunan, mâzur gören çıkmaz. Halkın kalbi ve vicdanı Mısır’ın mazlumları ile beraber fakat Türkiye’de halkın hissiyatını siyasete aksettirmeye duyarlı hükümetin arabulucu ve yapıcı bir mevkiide siyaset geliştirmesi hiç şüphesiz Mısır halkı için çok daha faydalı ve yapıcı neticeler verirdi.

Hükümetler bazen kalble tam desteklenmese bile, siyaset ve özellikle diplomasi icabı daha “serin ve soğukkanlı” bir çizgide durmak zaruretinde olurlar. Her hükümet sözün gelişi halk sağlığını tehdid eden bazı keyif verici veya zararlı maddelerin kullanılmamasını propaganda etmekle birlikte böyle maddelerin (tütün, alkol, tuz, şeker vb) toptan yasaklanması cihetine gitmez.

Sırf Mısırlı kardeşlerimizin sulh ve selameti namına keşke diplomaside bütün pamuğu tek sepete koymamış olsaydık diye hayıflanmaktan kendimi alamıyorum. Bölgesinin sözü dinlenir ve ağırlığı hissedilir ülkesi olmak rolüne talip Türkiye’ye cepheden restleşmek yerine soğukkanlı arabuluculuk diplomasisi daha çok yakışırdı.