Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hafızam beni yanıltmıyorsa, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, beşbin civarında subayın yüksek lisans ve doktora seviyesinde akademik kariyer yapmakta olduğu yolunda bir açıklamada bulunmuştu. O zaman verilen bilgiyi hayli yadırgadığımı hatırlıyorum.

Çaldıran Seferi esnasında Sultan Selim"in, eyer üzengisini tamir eden bir yeniçeri neferini azarladığı, hatta ocaktan ihraç ettirdiği yolundaki rivayet, asılsız olsa bile çok esaslı ve evrensel bir askerlik prensibine işaret ediyor: Bir askeri muhariplik ruhundan uzaklaştıracak her meşgale zararlıdır. Bir savaşçıyı değerli kılan en üst vasıf, onun muhariplik kabiliyetidir. Kezâ Yeniçeri Ocağı"nın bozulma yıllarında, muhariplik ruhuyla bağdaşmayan ticari faaliyetlerde bulundukları da anlatılır. Mesela 17. yüzyıl ortalarında Konya, Ankara, Bursa gibi şehir merkezlerinde görevli yeniçerilerin kasap dükkanı, han, hamam işletmeciliği, celeplik gibi işlerle uğraştığı, çarşıda alenen esnaflıkla uğraşan bazı yeniçerilerin ise -fiili durum engellenemediği için- en azından esnaflık nizam ve kaidelerine uymaları için ferman çıkartıldığı biliniyor. 18. asırda devşirme adetinin sona ermesiyle ordu mevcudunun büyük kısmı küçük tüccar ve zenaatkar zümrelerinden oluşmaya başlamıştı. Halbuki Yeniçerilik, tefessüh etmeden önce son derece muharip ve sert prensiplerle yönetilen bir savaşçılar sınıfı idi. Tarih kaynaklarına göre bu ocağın temel prensipleri şöyle sıralanıyordu: Ulûlemre itaat, kardeşlik, bağlılık ve sadakat, sadelik, eğitim ve terbiye, her askerin kendi komutanı tarafından cezalandırılması, kışlayı terk etmemek, sair işle uğraşmamak, evlenmemek, sakal bırakmamak ve sürekli talim üzere olmak.

Yeniçeri Ocağı, sayıca azlığına rağmen, merkezi iktidar üzerindeki rolü sebebiyle tayin edici, muharebe gücüyle yıkıcı ve yıldırıcı bir kuvvetti. Bu ocağın kaldırılması, Türkiye"de kamu nizamının laikleşmesi yolunda atılmış ilk mühim adımdır ve batı tarzında ordu nizamına geçilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti"nde iktidar denklemleri değişmiştir.

Hattatların sağ eli!

İkinci işle uğraşmak, çoğu meslek erbabı için askerler için olduğu kadar risk taşımaz, zira askerlik sıradışı bir meslektir; askerler, mesleki prensiplerini kısaca ölmek ve öldürmek olarak izah ederler. Her asker ülkesi için daima canını vermeye ve aynı uğurda başkasının canını almaya hazırdır. Başka hiçbir meslek, bu bakımdan askerlikle kıyaslanamaz. Askerler toplumun koruyucu sınıfıdır; özel eğitim alır, yüksek teknoloji kullanır ve özel şartlarda görev yaparlar. Türkiye"yi örnek gösterirsek bir genç, 15 yaşından 65 yaşına kadar elli sene boyunca bu özel hizmetin gerektirdiği ortam içinde yaşar ve bu yüzden emekli askerlerin sivil toplum hayatına intibakta çeşitli güçlüklerle karşılaşmaları normal sayılır.

Vaktiyle meşhur hattatlardan birinin hayat hikâyesini okurken (Çarşambalı Arif Efendi olabilir; emin değilim), sağ eliyle iki kiloluk bir ağırlığı bile uzun süre taşımaktan kaçındığını öğrenmiş hayret etmiştim; meğer her hattata, yazı yazan elin kontrolünü ve yumuşaklığını kaybetmemesi için aynı öğütte bulunulur imiş. Askerlerin ikinci işle uğraşması, bana hep bu misali hatırlatıyor. Yakın dönemlerde muvazzaf subayların akademik kariyere yöneltilmesi yolunda bir hareket başlatıldı. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, beşbin civarında subayın yüksek lisans ve doktora seviyesinde akademik kariyer yapmakta olduğu yolunda bir açıklamada bulunmuştu.

O zaman verilen bilgiyi hayli yadırgadığımı hatırlıyorum ve bunun sebebini izah etmeye çalışacağım.

Sosyal bilimler bir "mütalaa" sanatıdır

Bugünün askerliği, dünden çok farklı; buna bağlı olarak askeri eğitim süreçlerinde çoğu gelişmiş teknoloji kullanmayı kolaylaştıran ve doğrudan muharebe ruhuyla ilgisi bulunmayan branşlarda subaylara birikim kazandırılması elbette çok tabii, hatta gereklidir. Türk Silahlı Kuvvetleri bu bakımdan dünyanın örnek orduları arasında gösterildiği gibi pek çok dost ülkeden öğrenci kabul etmesiyle göğsümüzü kabartıyor. Ne var ki yüksek lisans ve doktora eğitimi esnasında hukuk, iktisat, işletme, siyaset bilimi, yönetim gibi sosyal bilimlerde akademik kariyer yapmanın, muhariplik ruhuyla doğrudan ilişkisi olmadığı, hatta tam aksine bu ruhu zayıflatacağı kanaatini taşıyorum. Orduyu yönetenler, ordunun mümkün olduğunca dışa bağımlı kalmadan kendi işini görebilmesi için bu tarz eğitimi teşvik etmiş olabilirler. Muhtemelen haksız bir yorum sayılsa bile, askerlerin iş başa düştüğünde ekonomi yönetimi, para ve finans gibi konularda sivillere muhtaç olduğu, özellikle askeri müdahale dönemlerinde bu bakımdan sıkıntı çektikleri yolundaki söylentiler de bu ihtiyacı hatırlatmış olabilir. Netice itibariyle sosyal bilimler, birden fazla doğru ihtimâlinin her zaman geçerli olduğu, gerçeğin birden fazla çehreyle arz-ı endam edebildiği bir disiplin olduğu gibi, her nevi sonuç hakkında rahatça spekülasyona imkân veren yanıyla öğrencide düşünce esnekliği zemini oluşturmayı hedeflemiştir; keza sosyal bilimlerin "Hümanist" yani insan merkezli bir karakteri vardır ve bu yönüyle sosyal bilimlerde uzmanlaşmak, öğrencide esasen mevcut bulunan "muhariplik" ruhuyla zaman zaman çatışma içine girecektir. Sosyal bilimler, hakkıyla tedris edildiğinde öğrencide bir asli karakter halini almaya başlar ve ikinci meşgale, ilkinin yerini işgal edebilir. Diğer yandan sosyal bilimle ciddi surette uğraşmak, seviyesi ne olursa olsun bir "think tank", yani bir beyin fırtınası faaliyeti sayılır. Yedeksubaylığım süresince bize öğretilen en mühim askerlik prensibinin "emri mütalâa etmemek" olduğunu hatırlıyorum. Birlikte görev yaptığımız genç muvazzaf subaylarla biz asteğmenler arasındaki en mühim fikri fark, işte bu "emri mütalâa" meselesi etrafında yoğunlaşırdı.

Bu kanaatlerin ışığında ordu mensuplarının, muharebe ruhunu zayıflatabilecek branşlarda ihtisas eğitimi görmelerinin yanlış olduğunu düşünüyorum.

TIKLAYIN, BEĞENECEKSİNİZ: İNTERNETİN GÜLÜMSEYEN YÜZÜ

İnternet kullanıcısı ve klasik sanatlara meraklı iseniz size çok beğeneceğiniz ve istifade edebileceğiniz bir site adresi tavsiye etmekten zevk duyacağım: (www.turkislamsanatlari.org). Site, ana menüsünde Tezyini Sanatlar (Hat, Tezhib, Ebru, Minyatür, Kat"ı, Kalemişi, Çini), Türk Musikisi, El Sanatları, Osmanlı Mutfağı, Dini ve Sivil Mimarlık, Temaşa Sanatları gibi dallarda hizmet vereceğini beyan etse de şimdilik sadece Hat ve Tezhip ile sınırlandırılmış. En kısa zamanda bütün bölümlerinin servise açılması dileğiyle bu güzel siteye emek ve gönül veren sanatkâr ve teknisyenleri tebrik ediyorum.

Tıklayın, mutlaka beğeneceksiniz.

AKLINIZDA BULUNSUN: CAHŞLARIN SAVAŞI

Daha önce "Ülkücü Hareket" adını verdiği altı ciltlik devasa eseriyle bir araştırmacı olarak adını duyuran Hakkı Öznur, yeni ve hayli kapsamlı (912 sayfa) bir esere daha imza attı. "Cahşların Savaşı" adındaki bu eser, bugünlerde nelerin olup bittiğine akıl sır erdiremediğimiz Kuzey Irak merkezli siyasi oluşumların yakın tarihini ele alıyor. Altınküre Yayınları tarafından Ankara"da yayınlanan "Cahşların Savaşı"nda Musul- Kerkük meselesi de enine boyuna ele alınmış bulunuyor. Etrafımızda olup bitenleri derinliğine anlamak isteyenler için faydalı bir müracaat eseri.