Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu mektuplar 35 sene öncesinde aydın ve sanatçı kimliği taşıyan bazı insanların zihniyet çapını gösteren son derece ilginç vesikalardır ve işin garip tarafı, mektuplarda öne sürülen vehimlerin tamamen boş çıkmış olmasıdır. Türkiye'de sağ tepkiyi oluşturan ve yoğunlaştıran sebepler arasında, böylesine akıl almaz bir cehalet ve nefret tavrının bulunduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Kendi musikisini savunanların sağcı, batı tarzı müzikten başkasını sanat saymayanların solcu yerine konulduğu bir başka ülke yoktur.

Önce Mostar Dergisi'nin Nisan sayısında Timuçin Çevikoğlu'nun hazırladığı dosyada yer alan tarihî mektubu okuyalım; mektup, devrin başbakanı Nihat Erim'e yazılıyor, tarih 18 Kasım 1971. 12 Mart ertesinde Nihat Erim başkanlığında kurulan Reform Hükümeti, hayırlı bir ilke imza atarak Kültür işlerini bir bakanlık ihdasıyla takibe karar vermiş ve Talat Sait Halman'ı bakan atamıştı. Mektubu yazan kişi Faruk Güvenç. CSO'da viyola sanatçısı olan Güvenç, o günlerde TRT'de klasik müzik programları da yapan bir müzik kritikçisiydi. Diyor ki,

"Size bu mektubu Atatürk Devrimlerinin ürünü olan yüzlerce Türk müzikçisinin adına, Kültür Bakanınızdan şikâyet etmek için yazıyorum. 1- İş başına gelir gelmez Topkapı Sarayında alaturka konser tertiplemiştir. 2- Turist mevsiminde Galata Mevlevihanesini açıp haftada iki ayin yaptıracağını müjdelemiştir. 3- İngiliz Kraliçesinin karşısına Atatürk Türkiyesi'nde sanat temsilcisi olarak divan müziği örnekleriyle, başında kavuk, Münir Nurettin Selçuk'u çıkarmıştır. 4- Alaturkanın öğretileceği bir 'devlet konservatuarı' açacağını beyan etmiştir. Böyle bir bakanı bünyesinde barındıran hükümetin reform değil de olsa olsa 'deform' yapabileceği ve Atatürk çizgisinden saptığı inancındayız ve sizin şahsınızda gücenilir bir melce arıyoruz. Önümüzdeki günlerde Kemalist müzikçilerin çeşitli tepkileri patlak vermeden size durumu arzetmeyi görev saydım (...) Saygılarımla."

Aynı ayın 27'sinde Başbakan Nihat Erim, bir başka müzikçiden, keman sanatçısı Suna Kan'dan bir başka mektup alıyor. Fotokopisi adı geçen dergide yayınlanan bu mektup aynen şöyle:

"Sayın Erim,

Binbir meseleniz arasında belki teferruat gibi, küçük bir şey gibi görünen bir başka problemle vaktinizi aldığım için çok üzgünüm. Ama iş ne Itri meselesidir, ne de 'Devlet' konser salonunda alaturka konser vermek meselesidir, kökünden Atatürk devrimleriyle sıkı sıkıya ilgilidir. Onun için ilişikteki yazımı okumanızı, tartmanızı ve bu konuya ağırlığınızı koymanızı rica etmeye kendimde cesaret buldum. Saygılarımla.

Suna Kan

Bu mektuplar 35 sene öncesinde aydın ve sanatçı kimliği taşıyan bazı insanların zihniyet çapını gösteren son derece ilginç vesikalardır ve işin garip tarafı, mektuplarda öne sürülen vehimlerin tamamen boş çıkmış olmasıdır. Güvenç'in mektubunda kurulmasından büyük bir irticai tehlike gibi bahsedilen konservatuar, 1976'dan beri başarıyla öğrenci yetiştirmeye devam ediyor. Devlet konser salonlarında yüzlerce, binlerce "alaturka" konserler verildi. Mevlevihanelerde onlarca kere âyinler düzenlendi. Topkapı sarayında Türk müziği icra edildi ve Türkiye sırf bu sebeplerden ötürü geriye gitmedi; tam aksine doğru ve hayırlı bir yolu tutmuş oldu.

İnsan bazen bu belgeleri okuyunca, satırların arkasında hakiki anlamı hemen kavrayamıyor; bir okur-yazarın, bir 'aydın'ın, o ülkenin müziği konusunda eğitim veren bir okul açılmasına itirazı nasıl bir ruh hali, ne tür bir marazdır?

Sahi, eğer irticâ böyle bir şey değilse nedir ki?

Türkiye'de sağ tepkiyi oluşturan ve yoğunlaştıran sebepler arasında, böylesine akıl almaz bir cehalet ve nefret tavrının bulunduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Kendi musikisini savunanların sağcı, batı tarzı müzikten başkasını sanat saymayanların solcu yerine konulduğu bir başka ülke yoktur. Her iki mektupta dikkat çeken ortak hususlardan biri, Türk müziğine duyulan nefretin, sanki Atatürk'ün fikriymiş gibi sunulmasındaki ısrardır. Eğer bu fikri ciddiye almak gerekiyorsa ve Atatürkçülüğün mütemayiz vasıflarından birisi Batı müziğinden yana tavır almaksa, ortaya Atatürkçü fikriyatın gerilediği gibi bir ters anlam çıkıyor. Halbuki Türk musikisi, bütün türleriyle halkın sevdiği ve asla vazgeçmeyeceği bir sanat dalı olarak parlamaya devam ettiği gibi ehliyetli sanatkârların eliyle ve diliyle icrâ edilerek, Türkiye'nin önde gelen kültür değerlerinden biri haline geldi. Geçen zaman, bu saçmalıkların yanlışlığını ortaya koydu; Türkiye artık çağdaşlığı, eğitimin kalitesinde, üretim seviyesinde ve teknolojisinde, zihni hoşgörüde arayanların ekseriyette bulunduğu bir ülkedir.

Nelerle uğraşmıştık; nelerle uğraşıyoruz?

AKLINIZDA BULUNSUN:

DERGİLERİMİZDE BAHAR MUSİKİSİ: TÜRK EDEBİYATI VE MOSTAR

Nisan ayı, musiki kültürümüz bakımından bereketli yayın faaliyetlerine sahne oldu. Türk Edebiyatı dergisi, "Mozart, Batı Müziği ve Biz" başlığı ile mükemmel bir dosya yayınlayarak musiki meselemize farklı ve bambaşka bir açıdan yaklaşan çok dolgun te'lifler yayınladı. Bizde musikinin kendisinden ziyade düşüncesine ve felsefesine ağırlık veren te'lifler yok denecek derecede azdır. Bu yüzden musiki düşüncesine önem veren okuyucuların özellikle derginin Nisan sayısını kaçırmamalarını hatırlatmak isterim. İlk önemli yazı, felsefe birikimi ile haklı bir itibar kazanan aziz dostum Senail Özkan'ın "Unio Musica" başlıklı te'lifi; Özkan bu makalesinde Mozart'ın sanatını anlamaya yardımcı olacak önemli ipuçlarını fevkalade güzel bir Türkçe ile edebiyatımıza kazandırıyor. Bu çerçevede Yalçın Çetinkaya'nın "Tanrı'nın sevdiği Mozart", İncila Bertuğ'un "Mozart ve Sultan III. Selim" ve Stendhal'dan iktibas edilen "Mozart'ın Romanı, Hassas bir ruhun biyografisi" başlıklı yazıları dikkat çekiyor. Dosyayı tamamlayan diğer yazılar, batı musikisinin bizde uyandırdığı tesirler üzerine kaleme alınmış makalelerden oluşuyor: M. Orhan Okay hocamız, "Senfonya'dan Çile'ye" başlıklı yazısı ile Necib Fazıl Bey'in batı musikisi ile ilgisini irdelerken, İnci Enginün, "Halide Edib ve Batı Müziği", Beşir Ayvazoğlu, "Türk Muhafazakârlığı ve Batı Müziği", M. Selim Gökçe, "Âkif Batı Müziği Dinler miydi?", Hasan Akay, "Siyah Senfoni", Handan İnci, "Piyano Çalabilmek..." adlı yazılarıyla dosyayı zenginleştiriyorlar ki okumadan geçmek mümkün değil.

Altı aydan beri dergiyi yöneten Beşir Ayvazoğlu, Türk Edebiyatı dergisine farkedilmemesi imkânsız bir seviye kazandırmaya muvaffak oldu.

Mostar dergisi de, musikimizle ilgili bir dosya yaparak adını, "Müzik'ten sınıfta kaldık" koydu. Dosyada birbirinden değerli yazılar yer alıyor ama dosya başlığı bana göre ayrı telden çalıyor. Bilakis Türk musikisi kendi çığırını değiştirerek zengin sıçramalar gösteriyor; klasiklerimiz yeni kuşak müzisyenlerine ilham veriyor; bu müzik seviliyor, dinleniyor ve kıymet görüyor.

Yayıncılığımızda kültür bereketinin devamını temenni ediyoruz.