Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ahmet Altan, 11 Şubat tarihli Taraf’taki köşesinde, “temsil niteliği” olduğuna inandığım bir yazı yayınladı; bu yazıda birkaç dostuyla, Müslümanlıkta hiç bir durumda bozulmayacak, geçerliğini kaybetmeyecek ve hükmünü koruyacak bir yasak [değer] olup olmadığını tartıştıklarını, neticede bu değerin “Kul hakkı” olduğu yolunda ortak kabul belirdiğini söylüyor. Altan’a göre kendisi böyle bir tartışmada ancak dinleyici olabilecek durumdadır ve ona göre dinin temeli dürüstlüktür; dürüstlüğün vazgeçilmez çimentosu ise “Kul hakkı yememek”tir.

Bu güzel tesbitten sonra Ahmet Altan, bu ülkede en çok işletilen muhakeme hatalarından birine kapılıveriyor kolayca; yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir ülkede yaşadığımız için Türkiye’de teorik olarak kul hakkı yenilmemesi gerekmektedir; oysa ki işlenen cinayetler, Kürtlere, Alevilere reva görülen haksızlıklar da kul hakkı yemek anlamına gelmektedir ve Müslümanlığın “en temel, en mutlak” yasağı çiğnendiği halde Müslümanlar pek aldırış etmemekte ama cinsellikle ilgili yayınlarda Müslümanlar hemen “din ve ahlak” adına ayağa kalkarak, en temel konu cinsellikmiş gibi tepki vermektedir.

Bu noktadan sonra Ahmet Altan, Müslümanlara sorduğu sorulara kendi başına cevap vermiş olmaktan doğan bir haklılık hissiyle coşuyor: “Kul hakkı yenmesi karşısında sessiz kalanların, konu cinsellik olduğunda din adına kükremesini nasıl açıklayacağız? Niye dindarların çoğunun aklında, “din, günah ve cinsellik” arasında bu kadar kuvvetli bir bağ var da, “din, günah ve kul hakkı” arasında bu kadar kuvvetli bir bağ yok? Müslümanlar, “kul hakkını” bu kadar önemseseler, bu ülkede yıllardır bu kadar çok yolsuzluk olur muydu?” Öyleyse ahlâk adına verilen tepkiler temelsizdir ve samimiyetten uzaktır!

KUL HAKKINA ALDIRIŞ ETMEYEN MÜSLÜMAN’A ELBETTE GÜVENİLMEZ

Ahmet Altan’ın Müslümanlık hakkındaki fikirlerini düzeltmeye kalkışmayacağım; esasen yazar, bu konuda ancak bir dinleyici olabileceğini belirterek süngüsünü yere doğru tutuyor fakat, kendi sorularına kendisi cevap vererek vardığı yer düzeltmeye muhtaç gibi görünüyor.

Şöyle diyor özetle: Dindarların beğenmediği, dudak büktüğü tarzda yaşayanlar bu samimiyetsizlik karşısında endişelenmeyecek midir; kul hakkına aldırış etmediği halde din ve ahlâk adına cinsellikten başka bir şey aklına gelmeyenler hakkında, dindar olmayanlar güvensizlik duymakta haksız mıdır? Yazının sonuna doğru yazarın anafikrine yaklaşabiliyoruz; o, inançsız ama dürüst insanlarla dindarlar arasında kul hakkı gibi ortak bir değer üzerinden bir köprü, bir ittifak kurulabileceğini varsayıyor. “Böyle bir birlikteliğin çözemeyeceği problem yoktur” Altan’a göre. Yeter ki ortak ölçü “Kul hakkı” olabilsin: “Gerçek dürüstleri biraraya toplayacak ‘kul hakkından’ daha önemli bir ortaklık olamaz diye düşünüyorum çünkü.”

Ahmet Altan’ın yer yer naif fakat samimi yazısı, Liberal demokratlarla Müslüman muhafazakârlar arasında mevcutmuş gibi görünen beraberliğin altyapısını anlamak ve kurcalamak fırsatına vesile olduğu için önemlidir ve ben bu yazıyı, laik kesimin dindarlara yönelik hissiyatını anlamak bakımından da temsil edici buluyorum.

İSLÂM LUGATİ DİYE BİR ŞEY VAR; BİR ANLAM DÜNYASI

Ahmet Altan’ın naifliği, teorik (ideal) Müslümanlıkla yaşayan Müslümanlığı bir ve beraber kabul etmek noktasında yoğunlaşıyor fakat tesbit ettiği ortak değer son derece doğru ve mânidardır: Kul hakkı, Müslümanlarla kendini Müslüman hissetmediği halde yüksek vicdan geliştirmiş olanlar arasındaki en mânidar iltisak (kavuşma) noktasıdır. Ahmet Altan kul hakkı kavramına, emek gibi, seyahat ve haberleşme hürriyeti gibi liberal temel haklar dizisinden lâdinî bir muhteva yüklüyor; bunun yanlış olduğunu ileri sürmüyorum; eksiktir, çünkü İslâm, kendi kavramlarını doğrudan Kur’an-ı Kerim’e ve sahih hadislere atıfta bulunarak târif eder ve başka din ve kültürlere tercümesi mümkün görünse bile onu “İslâmî lisan”ın, İslâm lugâtinin kapsamı içinde mânâlandırır; Arada bir fark yok gibi görünüyorsa da, İslâm için kul hakkı’nın gerçek mânâsı, insanın diğer insanların hukukuna riayet etmesi lüzumundan değil, evvelemirde Allah böyle emretmiş olduğundan (Allah’ın rızası bu yolda olduğundan) doğuyor. O yüzden kul hakkını çiğnemek, laik hukukun cezalandıracağı bir cürüm olmazdan evvel Allah’ın emrine riayetsizlik gibi daha korkutucu bir müeyyidede karşılığı bulur Müslümanlar için.

Bu böyledir fakat kul hakkının Allah korkusundan kaynaklanan bir kurum şeklinde va’zedilişi, dindar olmayan kişilerle kul hakkı üzerinde ittifaka engel teşkil etmez. Efendimiz’in kaleme aldığı Medine Vesikası’nda, bu istikamette bir düzenlemenin örneğini görüyoruz.

Ahmet Altan’ın Müslümanlar hakkındaki naifliği, kendini Müslüman olarak tarif eden her kişiden kul hakkına riayet gibi bir asgari standart davranışı beklemesi oluyor; bu beklenti, aynı zamanda her Müslümanın yüksek İslâm ahlâkını şahsında yaşayıp temsil etmesi, en ideal ölçülerde bütün emir ve yasaklara uyması lüzumunu da kapsıyor. Keşke o kadar kolay olabilseydi ve kul hakkına riayet, Müslümanların asgari müştereği neviinden “fundemental” bir kabul sayılabilseydi. Hakikat şöyledir: Kul hakkı, bir Müslüman için asgari değil, azamî derecede kapsamlı ve yüksek bir değerdir.

Ahmet Altan, Müslümanlığın, aslında insanın kendi tabiatına ve tarihine karşı direnmesi olduğunu belki de bilmiyor. İslâm’ın emir ve yasakları, insanın tabiatındaki vahşîliği törpülemeye, fırtınaları dindirmeye, zelzeleleri sükûnete erdirmeye yönelik muazzam bir temrin vazifesidir. İdeal Müslüman bir kahramandır bu çerçevede; alelâde insanın üstün insan katına yükselişidir. Kişinin kendi nefsinde şeytanla güreşe tutuşup onun sırtını yere yapıştırıvermesidir. Kanatsız bir melek ve bu melek kesinlikle kul hakkını gözetir bir vicdana sahiptir. Eğer Altan’ın varsaydığı gibi Müslümanlar, kul hakkına kesinkes riayet eden bir ümmet olabilselerdi belki de tarihin sonuna gelmiş olurduk…

Zor dâvâ ama imkânsız değil; elbette ki bu güçlük, Müslümanların gereğinde kul hakkına riayet etmeyebileceği anlamına gelmiyor; kul hakkı, mahşer gününe kadar Müslümanın yakasından düşmeyen ağır bir cürümdür ve kul hakkının kapsamı ne kadar geniş, ne kadar geniştir. İnananlar için “hesap günü”nün en ağır sual maddesi kul hakkı olacak. Hemen Mevlâ o çetin günün şiddetinden bizleri âzâde kılsın!

HULÂSÂ…

Özetleyelim:

1- Kısaca inananlarla inanmayanların, “Kul hakkı” gibi eben an ced İslâmi bir kavram üzerinde ittifak ederek toplumsal sorumluluk geliştirme bilincini yükseltmeleri fevkalade müsbettir ve desteklenmesi gerekir.

2- Müslümanları İslâmın emir ve yasaklarına layıkıyla uymamakla itham etmenin kolaycılığına dikkat çekiyoruz; fakat Müslümanın bu ithamla suçlandığında sığınacak limanı yoktur ve suçlayıcının Müslüman olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmez.

3- Liberallerle muhafazakarlar arasındaki yol ayrımının hangi fay hattı üzerinde titreşmekte olduğu âşikârdır; bu fay hattı “Üst değerler” meselesidir. Müslümanlar için ilâhi menşeli bir üst değerler manzumesi var ve onlar bu değerleri herhangi bir şekilde laisize etmek lüzumu duymayacaklardır. Liberallerin üst değerler dizisi Hümanist literatürün ortaya koyduğu evrensel ortak değerler ve hukuktur. Bu değer dizileri arasındaki benzerlikler bulunması, Müslümanları asla tatmin etmez ve uyuşmazlık noktalarında ihtilâf tabii hale gelecektir. Zira bir Müslüman’ı Müslüman kılan şey varlığını ve varlığın mânâsını Allah’a atfetmektir; onun yerine geçebilecek her ara teklifi Müslüman “şirk” sayar ve şirk deyip durduğumuz şey zaten budur.

4- Ahmet Altan’ın “Kul hakkı’nda buluşalım” daveti, Müslümanların vicdanına tutulmuş bir hesaplaşma aynasıdır; o aynayı cesaretle yüzümüze tutalım ve gereğini yerine getirelim.