Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Mustafa Kemâl, 1893 senesinde Selânik Askerî Rüşdiyesi’nde ilk üniformasını giydiğinde henüz 12 yaşındaydı. Üniformasını çıkarıp ordudan emekliliğini istediğinde ise hem başkumandan, hem reisicumhur sıfatlarını taşıyordu ve tarih 1927 idi. Bu duruma göre tam 35 sene bilfiil asker sıfatını taşımıştır.

Elbette bu durumda askerlikten ilişiğini reisicumhur seçildikten dört sene sonra kesmiş olmasının anlamı üzerinde durmak gerekiyor. Sözünü ettiğimiz dört yıl, Türkiye’de yeni rejimin oturma, yerleşme (stabilizasyon) yıllarıydı ve Mustafa Kemâl Paşa bu dönemde hem devlet başkanlığı, hem Cumhuriyet Halk Fırkası genel başkanlığı ve hem de ordunun başkumandanı sıfatlarını üzerinde taşımanın lüzumuna inandığı için çağdaşı demokrasilerde görülmeyen bir uygulamada ısrar etmişti. Bu gerçek, askerlerin siyasetle uğraşmaması varsayımını sarsıyor; nitekim resmî Atatürk kronolojilerinde ve hemen her yerde rastlayabileceğiniz “Atatürk’ün hayatı” metinlerinde bu gerçeğe yer verilmiyor. Kaldı ki bu gerçek dahi kitâbî değil ama Cumhuriyet’in “fiilî esasları”ndan birini teşkil ediyor; fiilî bir gerçek.

ADBÜLHAMİD’İN OSMANLI ORDUSUNDA ASKER OLMAK

Atatürk’ün biyografisi söz konusu olduğunda onun, daha önce üyesi olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1912’de yaptığı kongrede asker kişilerin siyasi faaliyetten tamamen uzaklaşması yolunda bir görüş ileri sürdüğünü görüyoruz. Bu arzusunun fiilen kaale alınmadığını sonraki gelişmeler de teyid ediyor. İttihat ve Terakki (İT) için sadece halkoyuna dayanan, açık bir örgüt hâline gelmek intihar kabilinden bir davranış olurdu; bilakis cemiyet, bir siyasi teşkilat olarak görünürlüğünü uzun zaman gizlemekte fayda ummuştu.

Mustafa Kemâl ve askerî tâbirle onunla aynı “devre”ye mensup olan askerler arasında siyasetle uğraşmak, askerlik sanatının kendisi kadar tabii ve geçerli bir eğilimdi. II. Abdülhamid’in modernleştirdiği, güçlendirdiği askerî eğitim kurumlarında siyasi eğilimleri kontrol altına alma çabası tam bir iflâsla sonuçlandı. Geriye ise askerî okullarda ve birliklerde siyasetle uğraşılmasını istemeyen Abdülhamid’in baskıcılığı, sansürcülüğü, hür düşünceye tahammül etmemesi gibi o devrin meşhur efsâneleri kaldı. Abdülhamid, Osmanlı askerî gücünü ve zabitlerini, İmparatorluk ideolojisine göre doktrine etmek istiyor fakat bu niyeti, Jöntürkler aracılığı ile askerî okullara sızdırılan hürriyetçilik, ihtilâlcilik, anayasacılık gibi karşı doktrinle çatışıyordu.

Abdülhamid bu çatışmayı kaybetti. Genç subaylara hitap edebilecek ideolojik donanımı ve kadroları yoktu; o sadece yüksek rütbeli zabitleri Yıldız’ın kontrolünde tutarak orduyu zabt ü rabt edebileceği hesabındaydı. Bu hesabı, 1908’de Meşrutiyet’le sonuçlanan askerî ayaklanmalar boşa çıkarmıştır.

MUSTAFA KEMÂL: SİYASETLE ASKERLİĞİN BAŞABAŞ KOŞTURDUĞU BİR KARİYER

Mustafa Kemâl’in henüz 1905 yılında tayin olunduğu Şam’da, “Vatan” adlı gizli bir ihtilâl komitesine üye olduğu biliniyor. İttihat ve Terakki’ye katılması ise 1907 veya ertesi yıl gerçekleşmiş, bazı yazarlara göre 1912’deki kongreden sonra İT ile yollarını ayırdığı ileri sürülmüşse de bazılarına göre Mustafa Kemâl Paşa, Cemiyet’ten asla ayrılmamıştır. Resmî biyografilerde M. Kemâl Paşa’nın Cemiyet’e küskün olduğu yolundaki ayrıntıyı, Enver Paşa ile M. Kemâl arasındaki çok bilinen çekişme ve rekabetle açıklayabiliriz.

İT Cemiyeti ile arasındaki soğukluğa rağmen, Mustafa Kemâl Paşa’nın siyasete ilgisi harp yıllarında da devam etmiş görünüyor; Balkan Harbi ertesinde onun Fethi Bey’le birlikte Sofya’ya ataşemiliterlik gibi sıradan bir bürokratik görevle gönderilmesini, ordu içindeki siyasi kamplaşma ve gerginlik eserine bağlayan ciddi kaynaklar vardır.

Paşa’nın 1918 yılında güney cephesinden döner dönmez yeni kurulan İzzet Paşa Kabinesi’nde Harbiye Nazırlığı görevini üstlenmek için teşebbüste bulunduğu, İstanbul’a bu yolda mektuplar yazdığı biliniyor. Ne var ki İzzet Paşa, sallanan bir imparatorluğun son sadrazamlarından biri olarak hükûmetine M. Kemâl’i değil, onun yakın çevresinden ve dostlarından Rauf (Orbay) ve Fethi (Okyar)’yi tercih etmişti; nitekim M. Kemâl Paşa’nın Nutuk’ta İzzet Paşa’yı sert dille eleştirmesi gözden kaçmıyor.

Mütarekeyle birlikte İstanbul’a dönen M. Kemâl Paşa, Kasım 1918’den, Mayıs 1919’a kadar geçen yaklaşık yedi aylık dönemi, tamamen siyasi temaslarda bulunarak geçirdi ve hatta bu esnada can dostu Fethi Bey’le birlikte İstanbul’da “Minber” isimli bir gazete yayınlayarak politik yazılar kaleme aldı. Samsun’a çıkışından sonra Erzurum Kongresi’nde siyasi rol üstlenmek için inisiyatif kullandı ama burada karşılaştığı güç durum, onu, kendi tâbiriyle “silk-i askerî”den yani askerlik üniformasından ayrı düşürecekti; bu, Osmanlı Ordusu’nun üniformasını çıkarmak anlamına geliyordu fakat bu uzun boylu bir ayrılık olmamıştır. 1921’de Ankara’daki Meclis’in kararıyla BMM ordularının başkumandanlığına getirildi; bu görevini M. Kemâl Paşa “şart”la kabul etmişti: Büyük Millet Meclisi’nin askerî konulardaki bütün yetkilerini şahsı adına üstleniyordu.

Zaferden sonra M. Kemâl Paşa’nın tartışmasız otoritesi ve liderliği altında biçimlenen yeni rejim, her şeye rağmen kendini güvende hissetmedi. 1926’ya kadar geçen süre zarfında M. Kemâl Paşa, önce Mecliste II. Grup diye adlandırılan ideolojik muhaliflerini, daha sonra İttihat ve Terakki mensubu oldukları hâlde yeni rejimi tehdid etmesi muhtemel kişileri ve en sonra da Millî Mücadele’de silah arkadaşlığı yaptığı yakın askerî kadroyu ve arkadaşlarını etkisiz hâle getirdi. İşte Mustafa Kemâl Paşa’nın Mareşal rütbesiyle taşıdığı askerî üniformasını çıkararak sadece CHF genel başkanlığı ve cumhurreisliği ünvanı ile siyasi kariyerine devam etmesi bu süreçten sonra mümkün olabildi. Atatürk’ün siyasi müdafaanamesi anlamına gelen meşhur “Nutuk”unu Meclis’te okuması bu sürecin sonuna konulan bir zafer çelengini andırır. İnkılaplar da bu süreçte ana hatları itibariyle tamamlandığı için rejim güvende sayılabilirdi.

ÖZETLE...

Harp okullarında ve askerî eğitim kurumlarında Atatürk’ün genç subay adaylarına her mânâda ideal bir önder olarak tanıtılması, onun askerî kimliğiyle yaptığı siyasi faaliyetleri de tabiatıyla kapsamaktadır; buna rağmen genç askerî öğrencilere doğrudan doğruya siyasetle uğraşmaları elbette öğütlenmemektedir. Atatürk’ün şahsında çizilen “rol model”in, genç Harbiyelilere gösterdiği örnek, Cumhuriyet’in tehlikeye girdiği anda her birinin aynen Atatürk gibi mevcut ahval ve şeraite bakmaksızın görev ve inisiyatif üstlenmeleri tarzında tezahür ediyor; karşılaştığımız örnekler bize bunu gösteriyor. Soru şudur: Mustafa Kemâl Paşa, askerlerin siyasetle uğraşmamaları gerektiği istikametindeki ortak kabul için ne derecede elverişli bir örnek teşkil ediyor?