Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Güzîde" kelimesi tamamen Sâmiha Ayverdi'yi tarif ediyor. Bugün kültür hayatımızda veya gündelik hayatın içinde farkında olduğumuz veya olmadığımız kaç Ayverdi vardır? Var mıdır? Sâmiha Ayverdi bu mânâda bir güzide idi.

Doğumunun 100. Yılı münasebetiyle Kültür Bakanlığı Sâmiha Ayverdi hanımefendi'nin hâtırasına bir kitap yayınladı. Kitabı incelerken, Türkçe'nin artık pek kullanılmayan kavramlarından birisi olan "güzîde" kelimesinin Sâmiha Ayverdi'yi tamamen tarif ettiğini farkettim. Güzîde, sadece "seçkin, kalburüstü, sıralama dışı" değildir, Sâmiha Ayverdi örneğinde görüleceği üzere güzîde, "türünün son temsilcisi" gibi özel bir anlam çerçevesine oturuyor. Mânâyı daha açık hissettirebilmek için şu soruyu sormalıyız; bugün kültür hayatımızda, irfânımızda veya gündelik hayatın içinde farkında olduğumuz veya olmadığımız daha kaç Sâmiha Ayverdi vardır?

Var mıdır?

Sâmiha Hanım bu mânâda bir güzide idi çünkü hayatımız başka Sâmiha Ayverdilerin neslini devam ettirmesine müsaade etmeyecek derecede başkalaştı. Başkalaşmak tâbiriyle bir kalite düşüklüğünü imâ etmek istemem fakat o hanımları yetiştiren terbiye, aile ve topyekûn sosyal çevre değişime uğradı; belki bu devrin Sâmiha Hanımları yine aynı derecede afif, yine aynı derecede gönül ve ruh itibariyle zengin kişilerdir; bundan şüphe edilmez ama onlar artık bir başka terkîb ile mevcut bulunmak durumundalar. Sâmiha Hanım her vechesiyle türünün son örneğini temsil eden bir geçmiş zaman çehresidir.

Nesiller arasında böyle kopuşların her kültür ikliminde cereyan edebileceğini kabul etmek lâzımdır; zaman değiştikçe insan tipleri de başkalaşır. Bazı buhran devrelerinde böyle güzîdeler, varlıklarını devam ettirdikleri halde görünmez hale gelir, eski tâbirle inzivâda izlerini kaybettirirler; damar varlığını sürdürür ama hayatiyetinden emâre göstermez. Öyle olsa bile kayıp kayıptır çünkü her toplum, belirli insan modellerini takib ederek sosyal rollere talib olur; böyleleri, deniz feneri gibi uzaktan hissettirdikleri ışıklarıyla diğer insanlara yol gösterir, hüsn-i misâl teşkil ederler. Bu mânâda hayli vahim bir "örnek insan" kıtlığı ile mâlul bulunduğumuzu zannediyorum. Belki de bir geçiş devresi yaşadığımızdan olacak, yeni kuşaklara örneklik edebilecek kâmil insanları farketmekte ve görünür hale getirmekte pek zorlanıyoruz.

Osmanlı toplumu, ırsî asâlet kurumunu şuurlu bir tercihle ortadan kaldırmıştı; esâsen İslâm kültürü de asâlet iddiasını mânâsız gösterir çünkü insanın yekdiğerine üstünlüğü asâlet şeceresi ile değil takvâ ile hissolunur. Takvâ ise zannedilenin aksine dışardan algılanması zor bir hâl değildir; "edeb" dediğimiz güzel davranış bütünlüğü, takvânın dışa aksetmiş hâlidir ve onu herkes hissedebilir. Sâmiha hanım'ın sergilediği asâlet de, benzerlerinde olduğu gibi edebin insanda kristalleşmesinden hâsıl bir davranış güzelliğidir; soyla, sopla, ana ve baba ailesinin mensubiyetleriyle doğrudan ilgisi olmayan, vakarla taçlanan, kanaatle zenginleşen, Hakk'ı tavsiye ile letâfet kazanan, sâdelikle gıdâlanan ve içten dışa doğru tesir eden bir güzellik. O güzelliği bir değer olarak yücelten ve her kuşakta yeniden neşv ü nemâ bulmasını sağlayan dinamikleri ne yazık ki kaybetmiş bulunuyoruz. Yani o güzîdeleri vitrine çıkaran, onları örnek gösteren ve revaçlandıran değerlerin eksikliğini anlatmak istiyorum.

Sâmiha Ayverdi kitabını işte bu hislenişlerin idare ettiği bir ruh hali ile gözden geçirdim; bu çalışma olmasaydı, belki Sâmiha Ayverdi zihnimde İstanbul'un son hanımefendilerinden bir yazar, kibar ve iyi bir insan olarak, o intiba ile kalacaktı. Oysa ki hâtıra kitabı zihni, gözü ve hayal gücünü kamçılayan çok yönlü sunuş imkanları ile hâtırası yaşatılmak istenen kişiyi daha çok görünür hale getiriyor, kitabın başarısı da burada saklı. Özellikle fotoğrafları pertavsızla uzun uzun inceledim. Bir biyografi eserinin olmazsa olmazı fotoğraflardır çünkü tek kare resim bile genellikle yazı ile izah edilemeyeni kuvvetli bir seziş ile âşikâr edebilir. Kitap, metinlerine ilaveten fotoğraf ve belge zenginliği ile dikkat çekiyor. Bu güzel çalışmada "keşke daha çok itina edilseydi" diye hayıflandığım tek tenkid noktası, Aysel Yüksel ve Zeynep Uluant tarafından kaleme alınan "Sâmiha Ayverdi'nin hayatı ve şahsiyeti" başlıklı metin oldu; bu metinde bir kısım hissî ve değer yargısı ihtiva eden ibâreler, bu gibi tanıtma yazılarında takınılması mûtad olan tarafsızlık yaklaşımını gölgeliyor. Bu muhabbet ve hürmet satırlarını şahsen, her iki hanım yazarın da Sâmiha Hanım'ın akrabası olmaları zannına bağladım. Bu küçük kusur haricinde kitap, okuyucusuna Sâmiha Hanım'ın hayatının arka planında görünen zengin ayrıntıları dikkate sunması bakımından da dikkat çekiyor ve incelenmeyi hak ediyor.

Ramazanda dine dokunmak!

Ramazan, sair ayları aktif dinî faaliyet içinde geçirmeyen büyükçe bir kitle için "dine dokunmak" anlamına da geliyor. Dine dokunmak sadece ara sıra ibadet edenler için değil, dinle kendi aralarına enikonu mesafe koyanlar için bile kaçınılmaz ihtiyaç zümresindendir. Hayat tarzı itibariyle en seküler tercihte bulunduğu kanaatinde olanlar bile dine dokunmaktan edemezler.

Bu imkanı herkes kullanmalı, âmennâ fakat onbir ayda bir teşrif eden "dine dokunmak" fırsatını, dini maddeleştirmek veya hemen hemen aynı anlama gelebilecek dini folklor haline, geleneğe, ritüele dönüştürmekten de dikkatle kaçınmak lazım. Gördüğüm kadarıyla hemen bütün yayın organlarında Ramazan vesilesiyle din konusu bayağılaştırılabileceği kadar bayağılaştırılarak ele alınıyor. Peşinen belirtelim ki bu yaklaşım dine hizmet etmez, tam aksine onbir ayda bir kere dine dokunmak fırsatı bulanları dinden uzaklaştırır.

Dinin ticarete, siyasete alet edilmesi fena; medyaya âlet edilmesi ise ilk ikisinden daha fena sonuçlar veriyor.