Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siz bu satırları okurken seçim çoktan tamamlanmış, neticeler açıklanmış olacak. Bir hafta öncesinden -eğer varsa ve olacaksa- seçim sürprizlerini görmek mümkün değil; öngörülebilecek en sağlam husus, seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra da iktidar kavgasının sürüp gideceğidir.

"İktidar kavgası", hükümeti kimin ve hangi partinin kuracağını kasdeden bir tabir değil; devleti aslında kimin yöneteceği hakkında sürdürülen mücadele. Bilindiği gibi Türkiye'de devlet, olması gerekenden daha büyük bir alanı kaplıyor ve seçimle gelenler bu alanın ancak bir kısmını kontrol edebiliyorlar; geriye kalan büyük bölümü ise bürokrasi kontrol ediyor, yönetiyor ve bu sahibiyetten güç sağlıyor. Bürokrasi, aslında seçilmişlerin yönetmesi gereken bu büyük alanı yönetirken hukuk mekanizmalarıyla, yargıyla, orduyla ve son dönemlere mahsus olmak üzere cumhurbaşkanlarıyla dayanışma içinde görünüyor. Eylemlerine haklılık kazandırmak için resmî ideolojiyi kalkan gibi kullanan bürokratik iktidar, çok görünür bir şekilde özelleştirme yoluyla devletin küçültülmesine, bürokrasinin hükümran olabildiği alanların daraltılmasına şiddetle karşı çıkmakta ve bu yolda engelleme için ideolojik gerekçeler göstererek bütün gücünü seferber etmektedir: Vatan topraklarının yabancılara satılamayacağı, ülke güvenliği için stratejik önem taşıyan bazı kurum ve tesislerin ille de devlet tarafından işletilmesi gerektiği buna örnek olarak gösterilebilir.

BÜROKRATİK İKTİDAR VE AB

Bürokrasinin aynı sertlikle karşı olduğu bir başka konu, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği meselesidir. AB'ye tam üyelik halinde bürokratik iktidarın resmî ideolojiyi kullanarak kendi hükümranlık alanlarını savunmasına fazlaca imkan kalmayacağı açıktır, çünkü üyelik halinde itaat edilmesi gereken AB mevzuatı bu yönde hükümler ihtiva ediyor. Yaşadığımız son iki yıl içinde Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği gerek AB üyesi ülkelerin kararsız ve ikircikli tutumu, gerek bürokrasinin AB ülkelerinin tepkisini çekecek eylemleri desteklemesiyle artık çıkmaz bir yola girmiş durumdadır.

BÜROKRASİNİN YENİ İDEOLOJİSİ: ULUSALCILIK

Son birkaç yılda bürokratik iktidar, resmî ideolojiyi daha rahat savunabilmek ve kendisine sivil görünümlü destekler edinerek meşruluk kazanmak için "Ulusalcı" adı verilen fikriyattan medet umdu. Bu tür kuruluşlara bürokratik kurumlar aracılığıyla maddi ve manevi destek verildiği, hatırı sayılır miktarda fonlar aktarıldığı artık kimsenin meçhulü değil; hatta bu tür yardımlar saklanmak şöyle dursun basına haber şeklinde verilmek suretiyle cephe genişletme ve maneviyat düzeltme çalışmaları yapılıyor. Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında büyük illerde gerçekleştirilen mitinglerin, bu tür kuruluşların yardım ve desteğiyle yapıldığını herkes biliyor. Böylece Ulusalcılık, bürokratik iktidarın siyasi programı haline geldi ve işlerlik kazandı.

BÜROKRASİNİN 102 OPERASYONU!

Bürokratik iktidarın hükümranlık alanlarını kıyasıya savunmak için göze aldığı son operasyon Cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında yaşandı. Hükümetin Meclis'teki çoğunluğu ile mevcut Anayasa hükümlerine göre kendi içinden bir adayı rahatlıkla seçtirebileceğini hesaplayan bürokratik iktidar, anayasanın 102. maddesinde muğlak bir hükme dayanarak Meclis'in seçim yapmasını engelledi ve bu istikamette bir Anayasa Mahkemesi hükmü çıkartmayı başardı; böylece Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bugün bile ne olacağı kestirilemeyen muğlak bir akıbete uğradı ve bu durumdan bir an evvel kurulmak için hükümet, erken seçime gitme kararı aldı. Bugün açıklanan sonuçlar, bürokratik iktidarın son operasyonla ne kadar başarılı olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Bir hafta öncesinden tahmin edilebilecek durum şudur: Bürokrasi, hükümeti kurma görevini çoğunluk partisine vermemek, eğer görevlendirmeye mecbur kalırsa yine yargı kuruluşlarının içtihatlarını ve mahkeme kararlarını devreye sokarak hükümete "siyasi iktidar" alanı bırakmamak için her ihtimali zorlayacaktır.

İşte bugünkü sonuçlara bir anlam kazandırmaya çalışırken, göz önünde tutulması gereken durum bu: İktidar için Türkiye'de sadece siyasi partiler mücadele etmiyor; bürokrasi de bu yarışın içindedir ve seksen seneden beri kıskançlıkla elinde tuttuğu imtiyazlarını kaptırmamak için didiniyor. Daha önce Türkiye'nin uğradığı darbe kazaları, bir kaza olmaktan çok "bürokratik bir tasarım" olmak özelliğini taşıyor. Toplam iktidarı, siyasi partilerin kontrol etmeye başladığı dönemlerin genellikle bir darbe ile fasılaya uğraması boşuna olmadı. Elbette ki bu garip durum, öteden beri "muasır dünya" veya çağdaş uygarlık diye bildiğimiz âlemin demokratik standartlarına uymayan bir gelişmeydi; ne var ki bürokratik iktidarın sözcüleri ve destekleyicileri (özellikle basın ve üniversite camiası), bu müdahaleleri sanki olması gereken, hatta daha evvel vuku bulması gerekirken her nasıla gecikmiş bir düzenleme olarak takdim edip alkışladılar. Sözün burasında bürokratik muktedirlerin, Meclis içinde ve dışında hangi siyasi kuruluşlarla organik işbirliği içinde bulunduklarını belirtmeye gerek görmüyorum: CHP, tek partili rejimin sona ermesinden bu yana genellikle tercihlerini bürokrasi saltanatının devam etmesinden yana kullanarak bürokrasi ile örtülü ve açık işbirliği içine girdi ve zihinlerde "bürokratların, devletin partisi" imajıyla yer tuttu. Bugün CHP'nin varlık sebebi değişmiş değildir ve önümüzdeki günlerde bu siyasi kurumun tercihlerini nasıl kullanacağı bu bakımdan kimse için sürpriz teşkil etmiyor.

SİYASETTE "ÇAĞDAŞ UYGARLIK" İÇİN İKİ NESİL DAHA!

AB macerasının zora gireceği anlaşıldığından beridir Türkiye'de bürokratik muktedirler artık kartlarını daha açık oynamaya başladılar. Bu seçim sonuçlarından sonra takib edecekleri hareket tarzı hiçbirimiz için sır olmayacak; onlar yine, serbest ve hür seçimler aracılığı ile iktidar mücadelesi veren siyasi partileri kâh doğrudan kontrol ederek, kâh hareket sahasını daraltarak, durum gerektirdiğinde ufalanmasına ve kamuoyu nezdinde itibar kaybetmesine zemin hazırlayarak hükümranlıklarını devam ettirmek isteyeceklerdir. Avrupa Birliği yolu, bürokratik iktidarın tesirini asgariye indirecekti; bundan sonra Türkiye'de bürokrasinin olması gereken mevzilerine çekilerek meydanı tamamen seçilmiş yöneticilere terketmesi için hep birlikte siyasi bilincin ve demokrasi kültürünün gelişmesini beklemek zorundayız. Normal şartlar altında bu sürecin, iki nesil daha devam etmesi beklenebilir.