Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkçe sadece şiiriyetini değil, musikisini, yani sesini de kaybetti. Rahatlıkla ezberlenebilen, gündelik konuşmalara, edebiyatın diğer türlerine malzeme sunabilen şiir adedi yok denecek kadar az

Ben şiir taraftarı birisi değilim; "Şiire taraftar olmak da nedir?" derseniz özetle ifade etmek isterim ki şiir aleyhtarlığım, içinde yaşadığımız kültür, dil ve medeniyet buhranına bağımlı bir keyfiyettir. Şiir, herhangi bir zamana merbût değildir, vâdesi gelince doğar ve hayat bulur; âmennâ, lâkin şiiri terennüm edecek ağız, kalem, yani şiire vesile olacak seslendirici meselesiyle karşı karşıyayız. Elbette adını koymakta sıkıntı çektiğimiz kaynağın has ismi şairdir. Şair nerede?

İtirazım daha ziyade zamanımızda şair sıfatını edinmenin kolaylığına dairdi. Bir fikri cümleler halinde, birbiriyle anlam bütünlüğüne sahip bir form halinde ifade etmek yerine çoğu asla tamamlanamayacakmış gibi duran, kesik, uçuk ve kapalı cümlecikleri alt alta sıralayıp sonra, "bu şiirdir; şiir şahsi bir şeydir ve tarz icabı kapalıdır, derûna aittir ve ben şairim" tesbitindeki kolaycılığa dikkat çekmek istemiştim; hâlâ aynı fikirdeyim. Müteşair, yani şair olmadığı halde şairlik taslayanlar her devirde vardı; ama zamanımızda olduğu kadar müteşâirlik, şiir iklimini tasvir eden en belirgin hat haline gelmemişti. Yeri gelmişken şiir aleyhtarlığında en kuvvetli itirazımın gençleri şiir ikliminden uzaklaştırmak noktasında yoğunlaştığını da belirtmek isterim. Lisana dair zevk ve kültürün henüz tamamlanmadığı erken devirlerde bir gencin şairliğini methetmek, bana göre yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Şairlik büyük iş ve büyük mazhariyettir: Lisana hâkim olacaksınız, o lisanın ifade ve ihata ettiği medeni veraset unsurlarını temellük edeceksiniz, tutarlı bir dünya görüşüne, bir felsefi bakışa ereceksiniz ve ondan sonradır ki rûhunuzda bir sanatkâr hassasiyeti, içinizde terennüm edilmeyi bekleyen şiirlerin varlığından emin olarak şiir dünyasına adım atabileceksiniz. Âkif merhûmun, "Böylesini bulsak şekerle beslerdik" dediği yerdir bu yer. Zaten bütün meselemiz yukarıdaki ihtiyaç listesini son kertesine kadar değil ilk üç maddesine kadar tesahüp edebilmiş gençler yetiştirmekte. Eğitim tarzımız genç yaşlarda bu derece birikim elde etmeye kifayet etmiyor. Okul kitaplarının dışında tadına vara vara ve kendi isteğiyle ilk romanını okuyan gençlerin ortalama yaşı neredeyse otuzu buluyor. Şiirin de altyapısı var; "Yunus'un tahsili mi vardı ki altyapı şartı koşuluyor" dememeli; bilebildiğimiz kadarıyla Yunus'un tahsili yoktu ama içinde yaşadığı medenî iklimden gıdalandığı konusunda şüphe yoktur ve kezâ halk şairlerini de aynı cümleden saymak gerekir.

Burada mutlaka ilave edilmesi gereken bir başka lüzumdan daha bahsetmeliyiz: şiirle fikir arasındaki ilişki. Şairler haklı olarak şiirde mantığın ayak izlerini ve alışılmış illiyet bağlarını takib etmek zorunda olmadıklarını ileri sürerler ama şairler, gâhi mektepte medresede, gâhi Yunus veya Karacoğlan gibi medenî iklimin tabii kuşatıcılığı içinde şiire fikir yükleyecek altyapı bilgisini edinmiş kişilerdir; kısacası şiir vadisinde kökü olmayan çiçek benzeri anasız çocuk yoktur.

Ve lisan meselesi elbette; Yunus'un asrı, Türkçe'nin imkânları ve hacmi itibariyle 20. yüzyıl Türkçesi'nden daha zengin idi. Zaman, zannettiğimiz gibi daima ilerlemeye medâr olmaz; Asırlar içinde Türkçe, hiçbir zaman 20. yüzyıldaki hali kadar zaaf içinde görünmedi. 13. yüzyılda Karamanoğlu Mehmet Bey'e atfedilen, "Bundan böyle divanda, dergahta, bargahta Türkçe'den gayrı dil konuşulmaya" buyruğunun salındığı zamanlarda bile Türkçe, şimdi olduğu kadar ağır bir saldırı ve zaafiyet altında değildi; esasen o emir, bürokratik bir kapsam taşır ve Türkçe'nin genel durumu ile ilgili bir tesbit sayılmaz.

Tevfik Fikret'i klonlayıp günümüze getirseniz, şimdiki Türkçe'nin imkânlarıyla ortaya ancak bir şair Bülent Ecevit çıkar, fazlası değil. Yahya Kemal biraz da devrinin Türkçesiyle çerçevelenmiş bir şairdir. Tabii çerçevesinin dışında belki de sudan çıkmış bir balık gibi şiirine parlaklık ve mânâ veren dinamikler kısırlaşacaktı. "Bu akıl yürütme biçimi doğru değil; her devrin zevkleri kendi şairini doğurur" itirazını ele alalım; esasen tartışmak istediğim anafikir de bu. Bana göre günün Türkçesi, içinde büyük şairleri besleyip büyütecek bir derinlik taşımıyor. Türkçe, dil inkılâbı ile seküler, bu dünyacı bir kalıba dökülmek istendi ve sadece İslâmî bir rayhâ taşıdığı için onbinlerce kelime lugâtlerden tard edildi. Tahribat "yokluk" derecesinde fecî değildir ama büyüktür. İsbatı ise modern Türkçe'nin şiir karşısındaki durumu. Türkçe şiiri taşıyamıyor; aslına bakılırsa Türkçe, retorik, yani hitabet sanatı bakımından da hatiplere rahatça meziyet bezledecekleri bir imkân sunmuyor; kaldı ki hitâbet, kelimelerin ses değerleriyle doğrudan ilgili bir sanattır. Türkçe sadece şiiriyetini değil, musikisini, yani sesini de kaybetti. Rahatlıkla ezberlenebilen, gündelik konuşmalara, edebiyatın diğer türlerine (deneme, roman, tiyatro vb.) malzeme sunabilen şiir adedi yok denecek kadar az. Herkes, devrin şiir anlayışı çerçevesinde iyi şiir / küt şiir, iyi şair / vasat şair tefriki yapılabileceğini sanıyor; bu zehab yanıltıcıdır.

Edebiyat dergilerine bir de bu gözle bakmalı; devrin şiirine hâkim olan tema, genç şairlerin iç bunaltısını ve kısırlığını aksettiren kapalı ifadelerden müteşekkil... Kapalılık, şiirin rükünlerinden sadece birisi; şiirin, daha birçokları arasında anlam taşımak gibi bir rüknü daha var, daha doğrusu şiirin güzelliği hâmil olmak gibi bir farîkası var; ne var ki yeni şiir bu ihtiyaçlara cevap verebilecek plastiğe erişemedi ve erişmesi de beklenemez.

Türkçe bir daha ne zaman sesini ve ötelere de hitab edebilen derinliğini bulur; gidişat ümitvar olmamızı gerektirmiyor. Yanılmış olmayı kuvvetle dilerim.