Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Böyle olur; modern zamanlarda kitleler her sabah iletişim sağanağında duş almadan kendilerini “güne hazır” hissetmezler.

İletişimin zalim tarafıdır bu.

İnsanlar kötü haberi severler; iyi haber ilgi çekmez, dikkat uyandırmaz. Gazeteciler elbette durumun farkındadır fakat “velinimet”lerine, yani haberin tüketici kitlesine istenileni vermeye mecbur hissederler kendilerini.

Modern zamanlarda haberdar olmak, insanlarda “vah vah, kötü..., ne yazık...” duygusu uyandıran haberleri duymaktır. Kötü haber duymak, haber tüketicilerinde genellikle benzer etkiler uyandırır: İlki, “Neyse ki ben böyle değilim; yakın çevremde böyle şeyler olmuyor ve tehlike benden çok uzak” duygusunun verdiği, bir nevi tersinden hoşnutluktur. Eğer kötü haber bizi kısmen veya tamamen kapsamı içine alıyorsa “haberdarlık hissi”ni öfkeye dönüştürerek enerji açığa çıkarırız: İlgililer gaflet içindedir, emniyet uyuyordur, aileler işin farkında değildir, etkili cezalar uygulansa bu gibi olaylar artık olmayacaktır vb...

İşte aynen böyle oldu; Siirt’te, ilköğretim çağında eğitim gören çocukların mâruz kaldığı aşağılık eylem, bir hafta kadar zihinlerde tutunduktan sonra unutulmuşlukların gayyâsına kayıp gözden kayboldu. Kimimiz, “Neyse ki böyle kötü şeyler bizden çok uzaklarda oluyor” diye kendine bir teselli payı çıkardı, kimimiz de “Nerede bu devlet, niçin tedbir alınmıyor” diye bir miktar ateş püskürdükten sonra işin peşini bıraktı; bırakmak zorundaydık her sabah (veya akşam haber saatinde) altında duş almaktan hoşlandığımız haber sağanağında yeni şeyler duymak gibi kötü bir tüketici alışkanlığımız bulunuyor.

Baksanıza, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı suç örgütü ile ilgili dava bile tüketicide “bıkkınlık” uyandırmaya başladı!

BASIN, TECAVÜZ HABERLERİNDE ERKEK EGEMEN VE MAÇO LİSAN KULLANIRSA...

Siirt’teki nefret uyandırıcı hadiseyi daha şimdiden unutmaya başladık fakat kamuoyunu bilgilendirme sistemimizde, daha doğrusu kamuoyunu haberdar etme üslûbumuzda hiçbir değişikliğe yol açmadı bu haber. Yayıncı kuruluşlar bir araya gelip, “Bu çirkinlikte bizim de bir hissemiz yok mudur; bilerek veya bilmeyerek suçluları (şüphelileri) özendirmiş olabilir miyiz?” şeklinde bir otokritik yapmadılar. Yayıncı kuruluşlarımız, yaptıkları işin doğru ve sağlıklı olduğundan emin görünüyorlar; belki de “Biz olup biteni yansıtan bir mercek gibiyiz; toplumda neler cereyan ediyorsa onu aksettiriyoruz. Tarafsız ve bağımsız çalışıyoruz. Bizim nasıl bir kusurumuz olabilir ki?” tarzında bir savunma hâleti içinde olsalar gerektir ki, nadir istisnalar dışında, “Siirt olayında basının sorumluluğu” başlığı altında bir tartışma başlığı açılmasına şahit olmadık. Kaldı ki bazı gazeteler, Siirt’te olup biteni erkek egemen, hatta maço lisanın kadınları aşağılayan kelimeleriyle vermekte mahzur görmediler. Bildiğim kadarıyla basınımızda bu yanlışlığı sadece Milliyet yazarı Mehveş Evin açıkça eleştirmek inceliğini gösterebildi.

CİNSEL MUHTEVALI HABERLERİN KÖK MESAJI

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de habercilik, gazetecilik, yayıncılık yapmanın kuralları, prensipleri, amentüsü var; haberle kural arasındaki sadakati değerlendiren etik kurullar bile var ama Türkiye’de yazılı ve görüntülü basının çok önemli bir kısmı, yayınlarında cinsellik temasının tiraj artırıcı câzibesinden vazgeçmiyorlar.

O gazetelerden birini, şöyle rastgele ama dikkatle tarayınız; dolaylı veya doğrudan cinsellik duygusunu kışkırtmaya yönelik haber ve fotoğrafları sayınca ve haberin verdiği kök mesajın niteliğini fark edince durumu bütün netliği ile göreceksiniz; aynı gazetelerin web sitelerinde durum daha abartılı şekilde beliriyor. Vaktiyle “Boyalı basın, bir kısım medya” diye nitelenen yayınlarda cinsellik, şüphesiz “cinsel suçlar artsın” niyetiyle değil ama belki ondan daha ağır ve yüz kızartıcı olmak üzere okuyucunun ve seyircinin şuurunu ve şuuraltını tahrik kastıyla kullanılıyor. Kadın vücudu ve çıplaklık, satış ve tiraj artırmaktaki avantajı sebebiyle vazgeçilmez motif olarak baş sırayı işgal ediyor. Sadece yayın organları değil, ticari şirketlerin büyük bir kısmı satış artırıcı faktör olarak cinsellikten vazgeçmiyor.

“AŞK” BÜTÜN GÜNAHLARI TEMİZLEYEN BİR DETERJAN MIDIR?

Bu konuda yapılan eleştirileri boşa çıkarma taktikleri artık herkesçe biliniyor: İlk olarak cinselliğin tiraj ve satışta kullanılmasını eleştirenler, o beylik ve bıktırıcı “gerici”, “çağdışı”, “örümcek kafalı” ithamıyla bastırılıyor; ardından “Sizin kalbiniz kirli; vaktiyle böyle çağdaş ilişkiler yaşamadığınız için kadına ve cinselliğe saldırgan bir niyetle bakıyorsunuz” suçlaması geliyor. Kadın vücudunun ve çıplaklık unsurunun modern hayatın bir lâzımesi, hatta başlıca işareti olduğu ileri sürülüyor. Kadın-erkek ilişkilerinde görmeye alıştırıldığımız, “Düzeyli birliktelik, flört, her gencin Amerikanvari bir kız veya erkek arkadaşla ‘çıkma’sı” türünden “esnek” davranışlara karşı çıkanlar aynı dille sindiriliyor. Kadın erkek ilişkilerindeki rahatlık ve esneklik, yeni ve modern hayat tarzının gereğiymiş gibi sunuluyor.

Deli gibi TV dizisi seyreden seyirciye, ille de normal şartlarda asla erişemeyeceği yüksek hayat standartları ve refahtan pasajlar gösteriliyor, sıradışı, hatta resmen edeb harici ilişkilerin “olabilirliği” üzerinde duruluyor ve “Aşk”ın bütün kirleri ve günahları paklayabilen deterjan özelliğinin altı çiziliyor.

Hayır, “Birilerinin işi-gücü kalmamış, Türk toplumunun ahlâkını dejenere etmeye çalışıyorlar” demeye getirmiyorum; bilakis, “Birileri, para ve başarı kazanma hırsı uğruna her değeri harcamaya, öğütmeye, küçültmeye hazırlar” diyorum. Ne yazık ki iki cümle arasında netice bakımından büyük bir fark yok.

KADINI AŞAĞILAYAN, ÇOCUĞU TÜKETEN, MASUMİYETİ KİRLETEN BİR BASIN DİLİ

Türk basınının önemli bir kısmı cinsellik unsurunun haber ve görüntü değeri hakkında ikiyüzlü davranıyor. Batı dillerinde “Ünlülerin mahrem hayatı, illegal ilişkiler ve cinsellik”ten başka pek çok anlam taşıyan Magazin kelimesi, Türkçe’de tek mânâya geliyor ve bu mânânın içini doldurma şerefi (!), o yayıncı kuruluşlarımıza ait bulunmakta... Magazin’in Türkçe’de olumlu bir mânâsını hatırlayan var mı ve gazetelerimizin magazin ekleri hangi toplumsal ihtiyacımıza cevap vermektedir?

Türk basınının mühimce bir kısmının “kadın” kavramına bakışı aşağılayıcı, tüketici ve kadını metâ haline getirici bir gizli dil barındırıyor. Satıhta kalan kadın hakları edebiyatı, cinsel gösteri ihtiyacı belirince ânında bastırılıyor. Masumiyetin sembolü çocukları ve çocukluğu bile reklam endüstrisinde kabaca sömürüyoruz.

Kısacası, basınımızın ahlâkı tamamen kendinden menkul. İşte bu noktada tüketici tepkisinden başka caydırıcı müeyyide görünmüyor ortalıkta. Demokratik toplumda tüketici, okuyucu, seyirci, müşteri, seçmen ve taraftar, gücünü doğru hedefe yoğunlaştırdığında, en bükülmez kartelleri (veya hükümetleri) bükebilecek derecede büyük bir güce sahip.

Beğenmediğimiz şeyler hakkında en azından bir kınama mektubu, bir e-posta gönderebilmeli, fikrimizi açığa vurabilmeliyiz artık.