Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

-Yurtdışından az önce dönmüş bir seyyah olarak Türkiye'yi nasıl gördünüz?

-Çok net şekilde dört tane Türkiye fotoğrafı canlanıyor zihnimde: İlki gazetelerin aksettirdiği Türkiye. Bu Türkiye korkularıyla yaşıyor ama yüzleşmeye yanaşmıyor. Gazetecilik bir bakıma dizi filmlerin senaryo yazarlığına dönüşmüş; bir sonraki haftada sürdürülmesi gereken düşmanlıklar, yanlış algılamalar, sempatiler ve çıkar hesapları itina ile sulanarak diri kalması sağlanıyor. Bu kurgunun gerçekle bağlantısı çok zayıf fakat sürdürülmesinde fayda görülüyor. İkincisi resmi ideolojinin ve derin bürokrasinin gördüğü Türkiye resmi; bu resim, ülkeyi yakın tehlikeler karşısında kaskatı kesilmiş gibi gösteriyor. <!--more-->

Kurt kuzuyu yiyecek; kuzu, kurda postu kaptırmamak için meşru, gayrımeşru bütün savunma çarelerini kullanmakta kendine hak görüyor. Bunun aslında sınıflararası bir iktidar çatışması olduğu gerçeğini hissettirmemek için meseleye ideolojik bir mahiyet vermeye çalışıyor bürokratlar. Üçüncüsü seçilmişlerin algıladığı Türkiye. Sokaktaki insanlarla devlet arasında köprü olmak görevi, siyasetçi zümresini yıpratmış. Halkın desteğini kazanmışlar fakat bu desteği yönetme iradesine dönüştürmekte acemilikler yaşıyorlar. Zaman zaman lüzumundan fazla cesur, çoğu kere gereğinden fazla pısırık, ittiratsız ve kararsızlar...

Sonuncusu ise sokakların ve gündelik, sıradan hayatın nabzında akıp giden görüntüler; bu görüntülerde ideolojik bir çatışmanın izine rastlanmıyor. Elektriğe bindirilecek yeni zamlar, güçler ayrılığı ihlâlinden, ne bileyim meselâ laiklikten daha fazla ilgilendiriyor insanları. Gazetelerdeki ve bürokratların vehmindeki uçurumun kenarındaki Türkiye, dolmuş duraklarında, çarşı pazarda yok!

-Yani ne?

-Şu: bunlar geçiş dönemi manzaraları. En mühim mesele, üretilen değerlerin miktarını ve kalitesini artırmak; bu artış sağlanırsa saçma sapan haber ve köşeyazılarıyla halkını terörize eden gazeteci takımıyla birlikte, evhamlı fakat dünyadan habersiz bürokratlar da kaybeden sınıflar haline gelecekler. Seçilmişler de dönüşümden payı alacak mutlaka, onlar da tasfiye olacaklar. Elli sene sonra bu ülkede siyasi partilerin laiklik karşısındaki tutumlarına göre yelpazede sıralandıklarını düşünsene bir? Bugünkü manzara da budur zaten. Tam bir irticâ. Mesela güçler ayrılığı prensibinin pratiğe geçememesi gerici bir tablo; trafik anarşisinin altında ezilmek, imâr planları yaparken rantçılardan dakika başı dayak yemek de gericiliktir. Benim anladığım mânâda gericilik, iki kere ikinin dört ettiğini kabul etmek yerine şapkadan tavşan çıkarmaya kalkışıp gözbağcılığına yatarak zamanın rûhundan kopmaktır. Bu mânâda derin ve sığ kesimleriyle bütün bürokrasiyi, necip Türk matbuatının saçma sapan gazetecilik anlayışını gerici buluyorum. Siyaset kurumumuz da gerici bir yapılanma içindedir ve mutlaka tasfiyeye uğrayacaktır. Yeter ki biraz daha tüylenip, keçeyi sudan çıkarabilelim...

-Ne demek bu tüylenmek, keçeyi sudan çıkarmak?..

-Kestirmesini az önce söylemiştim: değer üretiminde miktarı ve kaliteyi artırmak; daha çok üretken ve verimli olmak. "Herkes zengin olsun da gerisi kolay"dan farklı bir şey söylüyorum. Kitlenin fertlere doğru ayrışması, kendinin farkına varan bireyin, kitleleşmek yerine gönüllü ve akıllı beraberlikler kurmaya başlaması gibi bir şey.

-İdeolojiler çağının sonu?

-Değil! İdeolojiler o kadar faydasız şeyler değildir; biz bu kelimeyi de kirlettik çünkü önemsediğimiz ideolojiler çağın gerisinde kalmış, anakronik, pejmürde, cılkı çıkmış şeyler. Bunları iman haline getirirseniz anlamsızlaşır; nitekim şekil A'da bunu görüyoruz...

-Karamsarsınız!

-Bilakis çok iyimserim; Türkiye, sırtındaki gerici yükleri daha fazla taşımaz; buna şimdiki zamanın rûhu müsaade etmez; hani şu sizin muasırlık dediğiniz şey var ya: O!