Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçen hafta Sakarya’da önemli bir hadise oldu. Sakarya Belediyesi’nin düzenlediği “Hangimiz Laik Değiliz” konulu panele katılan iki gazete yazarı Yıldıray Oğur ve Mustafa Akyol, Hak ve Eşitlik Partisi taraftarı gençler tarafından protesto edildi. Protestoda yanlışlık yok; yanlışlık kısa adıyla HEPAR’lı gençlerin iki yazarın oturduğu masaya idam ipi fırlatması.

Sahneye fırlatılan idam ipinin tek anlamı var: “Fırsatını bulursak sizi bu ipin ucunda sallandıracağız!”

Adı geçen parti, iddialı kuruluş gerekçelerine rağmen kamuoyunda yeterli ilgiyi görmüyor fakat bu çirkin haber vesilesiyle isminden bahsettirdi, varlığını duyurdu. Hadiseden sonra “Bunlar üç-beş heyecanlı gençtir, heyecanlanmışlar; özür dileriz.” yollu bir açıklama bekliyorduk fakat tersi oldu. HEPAR’ın Sakarya il başkanı gençleri savunarak şöyle dedi: “Gençlik kollarımız tarafından atılan urganın amacı şudur; vatana ihanetin cezası idamdır.” Bununla da yetinmeyen il başkanı, bu iki yazarı Ali Kemal’e benzeterek Millî Mücadele esnasında gazeteci Ali Kemal’in, İzmit’te Sakallı Nurettin Paşa’nın resmî provokatörleri tarafından parçalanmasına da atıfta bulundu.

Sakallı Nurettin Paşa, çok ilginç bir isimdir. Askerî ve siyasi kariyerini kısaca şöyle özetleyebiliriz: Kullanıldı ve buruşturulup bir kenara atıldı. Doğrusu HEPAR’ın il başkanı, talihsiz fakat içinde ilginç göndermeler taşıyan bir benzetmede bulunmuştur. Bu şahsın, ülkenin güzide yazarlarına idam imâsında bulunan linççi kışkırtıcıları savunacağına “Nutuk”u açıp Sakallı Nurettin Paşa’nın serencâmını M. Kemal Paşa’nın kaleminden okumasını tavsiye ederim haddim olmayarak.

ÜNİFORMASINI ÇIKARIP SİYASETE ATILAN BİR GENERAL

Hak ve Eşitlik Partisi, bir emekli general tarafından kuruldu; bu bakımdan ilginç bir özelliği var. Askerlerin siyasete meraklı olduğundan yakınırken hep, “Üniformalarını çıkarsınlar, sonra vatandaşlık haklarını kullanarak ya parti kurarak veya bir partiye girerek siyaset yapsınlar” der dururuz. HEPAR’ı emekli bir general kurdu ve genel başkanlık görevini yürütüyor. Siyasi mücadelesini legal yollarla yürütüyor, millete derdini barışçı ve medenî metotlarla anlatmaya çalışıyor ve bu bakımdan takdir edilmesi gereken bir davranış sergiliyor. Bu noktaya kadar problem yok. Problem, siyasi başarısızlıkların veya meselelerin askerî usul kullanarak çözülebileceğini sanmakta. HEPAR, legal siyaseti tercih etmekle alkışlanacak bir iş yaptı; tehdit ve şiddet unsurlarıyla ağzıbozuk bir dil kullanmakla ise yanlış yapıyor.

ASKERLERİN TÜRK SİYASİ HAYATINDAKİ YERİ

Türkiye’de asker kişilerin aktif ve legal siyasetle ilgilenmesi köklü bir geleneğe dayanıyor: İttihat ve Terakki triumvirasının iki önemli şahsiyeti biri Başkumandan vekili, öteki ordu kumandanı mevkiindeki Enver ve Cemal paşalardı ve askerî klik, İttihat ve Terakki içinde lider durumundaydı.

Millî Mücadele’yi yürüten BMM, o günün şartları gereğince asker kişilerin de doğrudan yasama görevi yürüttüğü “Tevhid-i Kuvva”, yani ‘Güçler Birliği’ esaslarına göre çalıştığı için meclis saflarında çok sayıda paşa ve zabit de bulunmaktaydı. Millî Mücadele kazanıldıktan sonra teşkil eden 2. Meclis’te askerlerin varlığı devam etti. 1925’teki iç hesaplaşmada ordu mensubu vekillerin bir kısmı TCF’yi kurarak Halk Fırkası’ndan ayrıldılar ama çok geçmeden bu parti nâhak yere Şeyh Sait isyanıyla ilişkilendirilip İstiklâl Mahkemesi kararıyla kapatıldı. Partinin yöneticileri, aynı yılın sonlarına doğru vuku bulan İzmir suikasti sebebiyle tutuklanıp İzmir İstiklâl Mahkemesi’nde idamla yargılandılar. İçlerinde “Ayıcı Arif” (Mehmet Arif Bey) diye bilinen albay rütbesindeki sanık mahkeme kararıyla asılarak idam edildiyse de Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez paşalar beraat ettirildi. Bu paşalar İnönü devrine kadar bir daha aktif siyasetle ilgilenemediler. Bir başka Millî Mücadele kahramanı Rauf Bey (Orbay) o esnada yurtdışında bulunduğu için sanık olarak duruşmalara katılmadı; gıyabında on yıl hapse mahkum edildikten sonra 10. yıl affında ülkesine dönebildi ve ancak 1939 seçimlerinde yeniden mebus seçildi.

Cumhuriyet Halk Fırkası’nı askerler kurdu: Atatürk, İsmet İnönü muzaffer birer asker olarak Türk siyasetine ağırlıklarını koydular; ancak tek parti döneminde askerlerin ağırlığı giderek azaldı. 1924’te çıkarılan kanunla asker kişilerin siyasi veya askerî kimliklerinden birini seçerek diğerinden çekilmesi kararlaştırıldığında ordunun siyasete ilgisi de zeminini kaybetmiş oldu. Buna rağmen Mustafa Kemal Paşa 30 Haziran 1927 tarihine kadar üniformasını ve mareşal unvanını muhafaza etmiştir.

Tek Parti döneminin tek genelkurmay başkanı Mareşal Çakmak, 1944’te yaş haddinden emekli edildikten sonra 1946’da DP listesinden bağımsız aday oldu ve meclise girdi; 1948’de Millet Partisi’nin kuruluşuna katıldı.

1960’da orta dereceli subaylardan müteşekkil bir cunta, iktidarı devirip eline geçirdi. Cuntacı subaylardan 21’i, daha sonra 1961 Anayasası hükümlerine göre ölene kadar sürmek şartıyla tabii senatörlüğe getirildiler. Türkiye, tabii senatör ayıbından ne gariptir ki yine askerlerin yaptığı bir darbeden sonra (12 Eylül 1980) kurtulabilecektir.

1961 yılında kurulan Adalet Partisi’nin ilk genel başkanı bir orgeneraldi: Ragıp Gümüşpala. 60’lı yıllarda, 27 Mayıs cuntasının “14’ler” adıyla tasfiyeye uğrayan ekibinden bazıları sonradan yurda dönerek aktif siyasete girmeye çalıştılar. Bunların içinde Alparslan Türkeş, siyasette kalıcı oldu, 1972 yılında vefat eden Dündar Taşer de Türkeş’in yanında aktif siyasete yönelen bir başka dikkate değer isimdir. 70’li yıllarda eski genelkurmay başkanlarından Cemal Tural da Millet Partisi genel başkanlığına getirildiyse de tutunamadı.

12 Eylül darbesini yapan konsey üyeleri anayasayı da değiştirdiler; yeni siyasi hayatın çiçeği burunda partilerinden en parlağı Milliyetçi Demokrasi Partisi idi; genel başkanlığını emekli generallerden Turgut Sunalp getirildiyse de parti başarısız oldu ve silinip gitti.

90’lı yıllardan listeye koyabileceğimiz en dikkate değer isim emekli Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’tir. Güreş, DYP saflarında iki dönem vekillik yaptıktan sonra siyasetten uzaklaştı.

ZİNCİRİN SON BAKLASI

Osman Pamukoğlu, bu zincirin son baklasını teşkil ediyor. Siyasi üsûbu sert, dili keskin. Partisi henüz seçim görmedi. Önümüzdeki seçimde ne kadar başarılı olacağını göreceğiz. Aktif askerlik hayatının son kısımlarını muharip sıfatıyla güneydoğu cephesinde geçiren Pamukoğlu, tümgeneral rütbesiyle emekli edildi. Parlak siciline rağmen terfi ettirilmeyerek emekliye ayrılması hâlâ tartışılan ama mahiyeti bilinmeyen bir konudur ve konumuzla doğrudan ilgisi de bulunmuyor. Önemli olan, Pamukoğlu Paşa’nın televizyon ekranlarında vaktiyle yaptığı sert ve tok konuşmaların bir hayran kitlesi oluşturduğu ve bu teveccühün Osman Pamukoğlu’na siyasi parti yoluyla mücadele fikrini ilham ettiğidir.

Yol doğru ve alkışlanıp saygı duyulması gereken bir yol fakat üslup çok sert; hatta askerce. Osman Pamukoğlu, vatanın elden gittiği veya gitmek üzere olduğu tesbitinden hareketle siyaset yapmaya karar verdiği için bu tarzı, kendisine tabii görünüyor olabilir ama hayranı olmayanları da rahatsız ediyor zannederim.

Partili gençlerin iki yazara karşı giriştiği çirkin eylemin, bizzat HEPAR yetkilileri tarafından onaylanması, bu bakımdan önem taşıyor. Türk milleti, idam ipinin siyasetteki anlamını henüz unutmadı. Beğenmediği fikirleri iple susturmaya kalkışanların milletten teveccüh görmemesi tabiidir.

Sakallı Nurettin Paşa’nın kışkırtıcıları tarafından yapılan eylemlerini savunanların aklı, hadiseden kırk yıl sonra cereyan eden Albay Talat Aydemir’in dramını hatırlamaya yeter mi bilmem!