Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

AİHM"ye müracaatın sıradan vatandaşlar için bir hak lakin siyasetçiler için bir tenezzül meselesi sayılması gerektiğini düşünmüş ve yazmıştım. Hâlâ aynı fikirdeyim. Avrupa Birliği"ne girip girmeyeceğimiz bugün için bile hâlâ bilinmiyorken tezcanlılık gösterip gümrük ve iç hukukun

AB mevzuatına uygun hale getirilmesi gibi alanlarda yükümlülük üstlenmemizin isabeti yıllardan beri tartışılır durur.

Özellikle iç hukuk yolları tüketildikten sonra insan haklarını ilgilendiren davalarda AİHM"nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) nihai temyiz mercii kabul edilmesi Türkiye"de ilginç tezahürlere konu oldu; bunlardan en çok akılda kalanı ve dikkat çekeni, Refah ve Fazilet Partileri"ni kapatan Anayasa Mahkemesi kararına karşı parti yöneticilerinin AİHM"ye yaptığı müracaatlardı; bu yolla açılmış sayısını bilmediğim kadar çok dava içinde sözü edilen müracaatlar dikkat çekiciydi çünkü müracaatın sahipleri arasında vaktiyle millici bir lisan kullanarak Batıya muhalefet eden ve şimdi şikayetçi olduğu siyasi hukuka göre ülkeyi başbakan, bakan sıfatıyla yönetmiş kişiler de vardı. O günlerde, AİHM"ye müracaatın sıradan vatandaşlar için bir hak lakin siyasetçiler için bir tenezzül meselesi sayılması gerektiğini düşünmüş ve yazmıştım. Hâlâ aynı fikirdeyim.

Kalecik Cezaevi'ndeki yazar

Ne var ki, hakikaten mağdur ve müracaatı halinde davayı kazanma ihtimali çok yüksek olduğu halde AİHM"ye başvurmayı zül kabul eden milli tepki, siyasetçiler sınıfından değil de, ekmeğini kalemiyle kazanan bir fikir adamından geldi. Yazar Hakan Albayrak, bundan dört sene önce, çalıştığı gazetede Atatürk"ün cenaze namazının kılınmadığını ileri süren bir yazı yayınlamıştı; daha sonra bu bilginin doğru olmadığını öğrenince bir başka yazıyla bilgi yanlışlığını kabullenerek okuyucularından özür dilemiş olmasına rağmen hakkında -kamuoyunda Atatürk"ü koruma kanunu diye bilinen- kanun uyarınca dava açıldı ve bu dava geçenlerde kesinleşerek 16 ay hapse mahkum edildi. Hakan Albayrak şu esnada Kalecik Cezaevinde bulunuyor.

Haftalık Gerçek Hayat Dergisi"ne (187. Sayı) verdiği mülakatta Albayrak, kendisine AİHM"ye niçin başvurmadığını soran gazeteciye cevap verirken beni şahsen mest eden tesbitlerde bulunuyor ve diyor ki:

"Mustafa Kemal'i Frenklere şikayet etmek"

"Bu mahkemenin (AİHM) kararları artık iç hukuk sayılıyor; Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde hak aramakla AİHM"de hak aramak arasında teoride hiçbir fark kalmadı; bu bir yana, Uluslararası Af Örgütü ve benzeri kuruluşlarda çok sayıda namuslu Batılının bulunduğu gerçeği de bir yana: Frenklerden yardım istemeyi, hele Kemalizmle ilgili bir meselede yardım istemeyi içime sindiremiyorum, elimde değil." Ve devamen davranışının sebebini izah sadedinde Atatürk sağ olsaydı kendisiyle oturup konuşabileceğini, Şapka, Harf, Hilafet ve vaktiyle Türk Musikisinin yasaklanması konularındaki düzenlemeleri tartışabileceğini belirttikten sonra şu nefis tesbitin altını çiziyor:

"Ama Mustafa Kemal"i Frenklere şikayet etmezdim!"

Vaktiyle ülkeyi yönetmeye talip olmuş ve bizzat yönetmiş siyasilerin üzerinde kararlılıkla durma basiretini gösteremediği şu hakikaten millici tavrı, kaleminden başka maişet imkânı olmayan bir yazarın göstermiş olması bence çok değerli ve mânidardır; bu tavır, devletten ferde yönelmiş haksızlıkları "devletimdir, döver de sever de" mantığıyla kabullenmiyor, o konuda bedeli her neyse mücadele vermeye hazırdır ancak devletini ve devletinin esas kurumlarını Batılılara şikayet noktasında hassasiyeti, günümüzde artık anlaşılmakta zorlanan bir milli onur meselesidir. Bu inceliği şöyle izah ediyor Hakan Albayrak:

"Türkiye"nin işleri Türkiye"de görülür!"

"Türkiye"nin sorunları Türkiye"de çözülür kardeşim, bize zulmeden yurttaşlarımıza bıkmadan usanmadan adaleti telkin edeceğiz, gelin aklımızı başımıza alalım, Frenk fitnesinden kurtulalım, birbirimizi hırpalayarak ancak Frenklere hizmet edebileceğimizi idrak edelim (...) diyeceğiz."

Fikirlerine katılıp katılmamakta serbestsiniz ama bu duruş saygıyı hak ediyor. Sadece bir röportajda sarfedilmiş olmakla kalmadığı, kendisine büyük ihtimalle Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açacağı dava ile yüklü miktarda tazminat kazandırması muhtemel bir çıkardan peşinen vazgeçtiği için bu tavrın değeri daha da büyüyor.

Kendi devletini Batılı bir mahkemeye şikayet yerine son derece onurlu bir tavır göstererek hapse girip cezasını çekmeye rıza gösteren Hakan Albayrak"ı gıyabında Nihat Genç"le birlikte "Çete"yi yayınladıkları günlerden beri tanırım; ara sıra onu temkin çizgisinden uzakta bulsam bile son jesti ile Türk siyaset sınıfına büyük ders vererek gıyâbında duyduğum sempatiyi bugün saygı ile tahkim etmiş bulunuyor.

Geçmiş olsun kardeşim; gözlerinden öperim.

<b>SAZIYLA GÜREŞEN İKİ SANATKAR:

M. SALİM TOKAÇ VE ERTUĞRUL ÖZKİŞİ </b>

Akustik Yapım isimli müzik şirketi, Klasik Türk Musikisi vadisinde iki enstrümantal müzik albümü yayınladı. Murat Salim Tokaç"ın Mansur neyiyle icrâ ettiği sekiz eserden oluşan ilk albümün adı "Dem"; öteki çalışma Ertuğrul Erkişi"nin yaylı tamburla seslendirdiği "Efkâr".

Tek sazla icra, musikinin en zor fasıllarından biri. Sâzendeler arasında "sazı yenmek" diye bir tâbir kullanılır ki bu, sazın teknik zorluklarını aşarak icra ettiği sazla bütünleşmek, sazın âdeta nefes gibi düşünceyi izlemesi anlamlarına gelir. Elbette "sazı yenmek" çok çalışmayla birlikte insanın yaptığı işi aşkla sevmesiyle elde edilebilecek bir haslettir.

Murat Salim Tokaç ve Ertuğrul Erkişi"nin sazlarını yendikleri hükmünü verecek derecede musikişinas değilim ama albümlerinde işlerine nasıl aşkla bağlandıkları hemen hissediliyor. Gençlerimizi tebrik ediyor ve daha nice güzel eserler vermelerini yürekten temenni ediyorum.

İlgilenenler için e-mektup adresi: [email protected]

<b>BİR FARUK MERCAN KLASİĞİ </b>

Faruk Mercan ismini tafsile hâcet var mı? Birbirinden ilginç ve derin haberleriyle genç gazeteciler kuşağının en kabiliyetli isimlerinden birini teşkil eden Faruk Mercan; Susurluk Prensleri, Niso ve Boğazın Şövalyesi (Üzeyir Garih) adlı kitaplarından sonra şimdi de Apolet, Kılıç ve İktidar isimli çalışmasını yayınladı.

Araştırma, son yirmi senede orduda cereyan eden olayları hatırlatıyor ve orduyu yöneten generallerin terfi mücadelelerini detaylarıyla tasvir ediyor. Kitapta anlatılanlar, biz sivillerin yabancısı olduğu bir dünyayı, o dünyada ömürlerini geçirmiş yüksek rütbeli insanların kelimeleriyle aksettirmesi bakımından çok öğretici. Faruk Mercan aynı zamanda son yirmi yılın tarihini yazmak isteyen araştırmacılara da çok önemli ve birinci sınıf belgeler sunuyor.

Hem sistematik hem de roman gibi akıcı ve hızlı okunan bir eser kaleme almak hiç kolay değil. Faruk Mercan"ın başarısında, emeği ve dikkati kadar güzel üslûbunun payını da görmezden gelmek olmaz.

Faruk Mercan, Apolet, Kılıç ve İktidar, Doğan Kitap, İst., 2004, 364 s.