Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Genç okuyuculardan veya öğrencilerden gelen, "bugüne kadar fırsatım olmadı; ne okumalıyım, hangi sıra ile nasıl okumalıyım, bana vereceğiniz listenin öncelikleri nelerdir?" mâhiyetindeki mektupları, cevaplamakta her defasında zorlanıyorum; hepsine değilse bile bazılarına verdiğim cevapta, bir gence kitap listesi tavsiye etmenin ne kadar ağır bir sorumluluk olduğunu hissettirmeye çalışıyorum fakat aradaki yaş ve kuşak farkı sebebiyle bu tedirginliğin karşı tarafça iyi anlaşıldığından şüpheliyim.

Zorlukların başında tanımak geliyor; yakınızdaki bir gence, huyunu, karakterini, eğilimlerini, heveslerini bildiğiniz bir insana, taleb edilmesi halinde bir şeyler tavsiye etmeniz mümkündür. Elbette ki bu tavsiye, özellikle kitaba dair ise küçük yönlendirmelerden ibaret kalacaktır zira bir gence kitap listesi vermek, onun dünya görüşünü belirlemek ihtimâlini de taşıyor. Gençlik yıllarımızda, başkalarının nasıl düşünmesi ve davranması gerektiği yolunda ne kadar rahat ve düşüncesiz davranabildiğimizi hatırladıkça tüylerim ürperiyor. Bir başkasının nasıl "olacağına" karar vermek ağır sorumluluktur; inananlar için iki cihanı birden kaplayan bir sorumluluk.

İkinci müşkilat konusu, velev ki tavsiye edilen kitapların lâyıkıyla anlaşılması meselesidir; netice itibariyle her kitapta kendimizi okur, yani kitapta okuduklarımızı kendi mânâ iklimimizde anlamlandırırız. Belki de herhangi bir kitapta sizin kasdettiğiniz şey, okuyanın bünyesine uygun düşmeyecek, belki ayrıca izahı ve şerhi de lâzım gelecektir. Kitap tavsiye etmek, benzetme yerinde ise usta bir terzinin sipariş üzerine diktiği elbiseye benziyor; iyi bir elbise dikmesi için terzinin, en azından müşterisine dair fiziki özellikleri bilmesi gerekecektir. Halbuki kitap, doğrudan şahsiyetin derûnuna yönelen bir tesir yapıyor. "İyi kitap" kavramı, "doğru davranış" gibi izâfi bir anlam taşıyor; ne idüğünü izah etmek için başkaca izahlar da gerektiren bir kavram; benim için iyi olan, sizin için olmayabilir!

İşte kitap tavsiye ederken duraksamak için bir sebep daha.

Böyle tavsiye taleplerinin temelinde eğitimimizin yetersizliği var. Eğitim sistemimiz ne yazık ki öğrencide okuma zevki ve okuma bilgisi uyandırmak bakımından kifayetsizdir. Ders esnasında ödev kabilinden tavsiye edilen kitaplarla bu açık kapatılmış olmuyor. Bazı özel okullarda idealist öğretmenlerin işi ciddi tutarak okul süresince öğrenciyi yakından takib ederek özel yönlendirmelerde bulunduklarını meselâ servis aracında geçen zaman esnâsında bile kitap okuttuklarını duyuyor, memnun oluyorum. Elbette bu gibi kişiye yönelik özel programlarda kasdedilen nihai amaç, öğrenciye hayat felsefesi kazandırmaktan ziyade kitap ve okuma zevki kazandırmak noktasında yoğunlaşmalı, öğretmen, öğrencisine kendi dünya görüşünü telkin etmekten kaçınmalıdır. Zira nihai planda öğretmen bakımından erişilmesi gereken hedef, öğrenciyi, edindiği ön bilgilerle kitaplar dünyasında kendi zevkine ve eğilimlerine uygun kitapları tanıyacak ve onları arzulayacak duruma getirmek olmalıdır. Burada ne kasdettiğimi "teşbihte hata olmaz" sözüne sığınarak şöyle misallendirebilirim: Öğretmen (veya kitap tavsiye eden kişi), öğrenciye kendi yemek zevkini ve beslenme alışkanlığını telkin etmek yerine, ona doğru ve sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırmalı; kitapların seçimi ise öğrenciye bırakılmalıdır.

Bu görüşü bazılarımızın hoş karşılamayacağını tahmin edebiliyorum; haklı olarak şöyle düşüneceklerdir: "Eğitim esasen bir yönlendirme, hatta dayatma eylemidir ve dünyanın her yerinde öğrencilere bazı kitaplar, fikirler, teoriler ve çözümler telkin edilir; öyleyse çocuklarımıza niçin doğru bildiğimiz şeyleri telkin etmeyelim?" Doğrusu bu hayli tartışma götürür bir mesele; okulda verilen eğitimin, bütün tarafsızlık iddiasına rağmen öğrenciyi belli görüşler istikametinde şartlandırdığı, öğrenme eyleminde öğrencinin tamamen edilgen bir vaziyette tutulduğu gerçektir.

Bir başka olguyu daha hesaba katmanın yeridir. Otuz-kırk sene öncesine göre Türkiye'de daha fazla sayıda kitap yayınlanıyor; miktar itibariyle net bilgi vermem mümkün değilse de şu kadarını söyleyebilirim; gençliğimizde yayınlandığı halde gözümüzden kaçan kitabı nâdirattan sayardık; bugün, farkedebildiğimiz kitap miktarı nâdirat zümresine düştü. Kitap bolluğu elbette hayırlı bir gelişmedir ama okuyucu kitlesinin düne göre daha çok kitap uzmanı gibi davranması gerektiği de âşikârdır; üstelik kitapların mühimce bir kısmı ambalaj içinde satışa sunuluyor; özellikle marketlerde, sayfalarını karıştırarak kitap beğenme faslı sona erdi sayılır. Bugünün kitap tüketicileri, satış listelerine bakarak kitap satın almayı tercih ediyorlar; yarının dünyasında kitabın nasıl bir endüstriyel şekil kazanacağını bilemeyiz. Dolayısıyla okuyucunun kendi çapında bir kitap eksperi nitelikleri kazanması gerekiyor. Aynı rafta, aynı anabaşlık etrafında yazılmış yüzlerce kitap arasında kendisine en uygun olanını seçmeyi bir şekilde öğrenmek gerek. Kitap seçmenin okulu yok; böyle bir eğitim verilmiyor, bu alışkanlığı veya kabiliyeti deneye-yanıla öğreniyoruz ve öğrenmek zorundayız. İşten anlayan biriyle kitapçı dükkânına gitmek iyidir ama her zaman ele geçmez; iş başa düştüğünde size yarayışlı kitapla lüzumsuzunu birbirinden ayıracak önsezileri siz bizzat geliştirmelisiniz.

"Hasarsız zafer olmaz" sözü doğrudur; ama kitaptan anlar hale gelmek uğruna, sizin için isabetsiz kitaplara para ve zaman tahsis etmek, israftan sayılmaz. Hatalarımızdan da öğreniriz, elbette tekrarlamamak şartıyla.

Bu fikir jimnastiğinden neticede, "başkalarının tavsiyesine kulak kapayalım" anlamı çıkmaz tabii; hatta öyle zaman gelir ki, birinin size tavsiye ettiği kitaptan yola çıkarak o kişinin kitaptan ne anladığını bile kestirebilirsiniz. İnsanlar da kitaplar gibi raflarda sınıflandırabilir bir noktada: Okunduktan sonra hemen unutulması veya çöpe atılması gerekenler kadar, başucunda tutulacak kitaplar da vardır; ve ikisinin arasında belki onlarca farklı kategori daha. Kitaplarla haşır-neşir olmak, işte böyle zevkli, heyecanlı, sürpriz ve hayalkırıklıklarıyla dolu canlı bir tecrübedir.

Bu durumda bütün safiyeti ile, "hangi kitapları okumalıyım" diye sual eden bir gence verilecek cevabın zorluğunu hissedebiliyor musunuz?

İFTARLIK:

'SEN BENİM KALBİME BAK'ÇI ARKADAŞLARA KÖTÜ HABER!

"Kulluk, düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, bize oruç ve namaz lüzumlu olmazdı/ Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar/ O armağanlar bağlılığın ve sevginin şahitleridir, yani onlarda samimiyet ve beraberlik gizlidir. (...) İnsanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk'ın kulunu kendine çekişindendir."

Bir okuyucu, Mevlânâ'nın oruç hakkındaki şiirlerinden derleme yapıp göndermiş; göz gezdirirken dikkatimi çekenler sizlerle bölüşmek istedim. İftarlık niyetine...

Dikkat buyrulduğunda farkediliyor ki "abdesti namazı boş ver, sen benim kalbime bak" yollu yeni tuhaf Müslümanlık yorumlarına Hz. Mevlânâ hiç pabuç bırakmamaktadır.

'Sen benim kalbime bak'çı arkadaşlara duyururum.