Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kemal Derviş'in YTP'ye katılmayacağını açıklaması, Türk solunun siyasi planda temsilindeki bünyevi zaafları aksettiriyor mu? "Türk solu"ndan bahsedeceğiz; tâ başından beri iyi tarif edilmemiş kavramlar, yıllar sonra işte böyle harâmî gibi yol kesiyor. Kemal Derviş solcu ise, mesela Mümtaz Soysal'ın sola nisbeti nedir? "Arada derece farkı var, ikisi de soldur" diyemeyiz.

Türkiye'de solun adı kalmamıştır!

"Ne zaman oldu ki?" diyebilmek lüksümüz yok. Olmalıydı. Olmadı, çünkü lisânın öbür yarısı ile bir çocuğun oyuncağını kurcalaması gibi oynadık; dilin öteki yarısı anlamlar, mecazlar, sahihlikler ve mazmunlar dünyasıdır; anlam dünyasını yerinde duruyor gibi kabul ederek o anlamlara başka karşılıklar bulduğumuzu zannettiğimizde eski kelimelere yeni anlamlar vermiş olmuyor, aksine daha tehlikeli bir dönüşüme yol açıyoruz; ortaya yeni bir lisân çıkıyor. Tarihi sürekliliği devam eden bir toplumun dilini değiştirmek, evet tehlikelidir; insan hücresinin DNA'larıyla oynamak gibi bir şey; neticenin ne olmayacağını kestirebilirsiniz ama ne olacağını asla bilemezsiniz.

Türk solcularının hali bana hüzün veriyor (bütün samimiyetimle "Türk solu" diyebilmek isterdim). Eskiden sol hizipler kavga ettikçe "samimi konuşalım" keyiflenir hatta şaka yollu, "Ya Rabbi sol camiâdan hizipleri eksik etme" diye eğlenirdik fakat Türkiye eski Türkiye değil; dün, solla sağ birbirinin hasm"ı bîamânı, âdeta birbirinin ikame unsuruydu; bugün solla sağ aynı heyetin iki parçasıdır. Solun zaafiyeti, Türkiye'yi ve Türk toplumunu zaafa uğratıyor, siyâsî istikrarsızlığa bir bulantı kesâfeti veriyor. Hüsamettin Özkan'la Murat Belge'nin dünya görüşlerini tarif ederken "sol" kavramına müracaat edince kavram anlamını ve bütünlüğünü kaybederek çatlıyor ve lügatteki yerini kaybediyor. Kariyerini Dünya Bankası'nda yapmış, Türkiye'de IMF'nin mutemet teknokratı olarak politikanın en üst katlarına paraşütle inmiş Kemal Derviş'in, "İsmail Cem hariç YTP'de herkes sağcı" diyebilmesi bu yüzden mümkün olabiliyor ve aynı sebepten dolayı cümlenin anlam sadâkatini değersiz kılıyor. Plağın öbür tarafında solun zıddı olduğu öne sürülen sağ var. Solcular yıllarca kendilerinden olmayanı itinasız ifadelerle aynı bölüğe mensup saydılar: Sağ. "Cem'den başka YTP'de herkes sağcı" diyebilmek, sayın Derviş'in zihnen hâlâ "kendi ifadesine göre" Karaköy'de bir grup sağcıdan dayak yediği günlerin ikliminden sıyrılamadığını gösteriyor. Telâffuzu ve diksiyonu doğru; ancak kelimelere verdiği anlam fersûdedir. Ülkemizde bugün sol ve sağ kavramları hiçbir mânâ ifade etmiyor; bu kelimelere müracaatla meâline sâdık cümle kurmak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.

Türk demokrasisi "sol cenah"sız olmaz; olmuyor. Türkiye'de solcular ve sağcılar bugün ideolojik koordinatlarını, piyasa ekonomisinin temel icaplarını temel referans kabul ederek târif edebiliyorlar. Dernek tüzükleri, nasıl birkaç madde dışında birbirinden kopye ediliyorsa siyasi partilerin programları da üç aşağı"beş yukarı birbirinin aynısıdır.

Dil burcunda tutunarak direnebilirdik; denemedik bile, dil burcunu yıktık ve aslında çok şeyle beraber kendi ülkemizde sahih ve derin bir zihni hayatın köklerini devirdik. Sol ve sağ bizde gerçek mânâda "dünya görüşü"ne hemen hemen hiç tekabül etmedi, sadece karakterleri aksettiren cılız bir işaret feneri kadar vazife görebildi. Global piyasa ekonomisi ve ona bağlı siyasi hukukun Türkiye'de alternatifsiz kalmasının ardındaki ana sebep bence budur. Bütün kavramlar belkemiksiz ve kütlesizdir bugün. İstiklâl kelimesinin ne anlama geldiğini kim söyleyebilir meselâ? Milli bütçe nedir; hükümranlık hakları nedir, millet nedir, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları nedir?

Sol ve sağ kelimelerinin teşkil ettiği sembol altında bugün, Türklerin şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanları, anlama, yorumlama ve tasarlama kabiliyetleri derin ve belki de ebedî bir istirahat halindedir. Türk lisanına reva görülen kıyım, vaktiyle sağı nasıl bir zührevî hastalık cinsinden şeâmetle damgalayıp içini boşalttı ise bumerang gibi bugün solu da vurdu. Biz Türkler lisanla hayat arasındaki zâhirî ve bâtınî alâkaları tahrip etmiş olmanın ezâsını çekiyoruz. Sahihliğimizi kaybettik ve pek az insan farkındadır.