Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bugün seçimden siyasetten bahsetmek yasak. O yüzden sizlere Görsel Gürültüleri Teşhir Platformu’nun web sitesinde yayınlanan, sanat tarihçisi Prof. Dr. Suphi Saatçi ile yapılan bir röportajdan parçalar nakledeceğim.

Kerkük’ten sonra 1960-70’li yıllarda farklı bir ülkeye, İstanbul gibi bir şehre geliyorsunuz mimarlık okumaya. Peki İstanbul’u nasıl buldunuz? Acaba sizin geldiğiniz zamanki İstanbul’la şimdiki İstanbul arasında ne gibi farklar var?

İstanbul bir şantiye, inşaat hiç durmuyor. Her dönem kendine göre bir kırma dökme işi var. En çok üzen de bu Tarihi Yarımada’nın durumu, çünkü gerçek İstanbul burası. İstanbul’un kimliği burada. İstanbul’un Tarihi Yarımada dışında gelişmesi vs. etmesi beni enterese etmez ama Tarihi Yarımada’nın kent dokusu ve silüetin mutlaka korunması ve tarihi değerinin yaşatılması bizim için hayati bir önem taşıyor. Neden? Diyoruz ya hani kentler uygarlığın yani Türk uygarlığının en büyük birikim alanıdır diye, işte İstanbul da bizim tarihimizdir. Aslı bizim değildir, Bizans’tan teslim almışız ama buna zengin birtakım bileşimler katmışız; Sinan da Bizans mimarisinden etkilenmiş ama ezilmemiş altında, kendi Osmanlı üslubunu alıp geliştirerek daha ileri ve kubbe mimarisinde zirveye çıkmış evrensel mimariye mesaj vermiş büyük bir değer olmuş. Akılcı, rasyonel yaklaşımıyla İstanbul ve çevresine müthiş silüetler kazandırmış. Mimari zaten boşluğu biçimlendirme sanatıdır.

En güzel biçimde bu performansı sergileyen Sinan birçok silüet kazandırmış, attığı imzayla eserlerle... Kubbe mimarisinde hiç kimse bu başarıyı göstermemiştir. Osmanlıların dünya çapında bir katkısı olmuştur kubbeye. Elbette kubbe evrensel kullanımın bir şeklidir, mimari örtüdür, mimari örtü elemanıdır. Ama Sinan’ın kubbesi daireseldir, kırık değildir. Kırık kubbe yapımı, statiği kolaydır fakat estetik değildir. Dairesel form daha estetiktir ve yapımı daha zordur. Sinan bu açıdan büyük bir başarı sağlıyor. Bana kalırsa Ayasofya kubbesi de Sinan’ındır. Çünkü Sinan, çok büyük bir restorasyon yapmış II. Selim’in emriyle... Biz hangi Ayasofya’dan bahsediyoruz ki, ilk Ayasofya ahşaptı yandı gitti, sonra kâgir yapıldı o da depremde yıkıldı, sonra tekrar yapıldı, şimdiki Ayasofya Mimar Sinan’ın bize ulaştırdığı Ayasofya’dır. Ayrıntılı olarak neler yaptığını bildirmediği için bilmiyoruz ama kubbesine bakın, Süleymaniye’nin kubbesine bakın, Sinan kubbeleri tamamen ben Sinan’ım diye bağırıyor. Kim ne derse desin belki bunu ispatlamak zor ama aksini ispatlamak da zor, bunu bilmemiz lazım... İstanbul’da yaşıyorum dolaşıyorum Ayasofya’yı görünce ay ben buna bakmayacağım bundan etkilenmeyeceğim diyebilir miyim? Ama onun altında ezilmemiş.

Sinan her eserinde asla tekrara düşmeden ileri adım atmış kubbe mimarisinde. Bugün zaten Türklerin en büyük başarısı mimaride en özgün İslam camileri bize nasip olmuş. İkinci önemli başarımız Türk evi konusundadır. Binlerce ev var Anadolu’da, her bir şehir yerel özelliğini gösterir ve hiçbir plan birbirinin tekrarı değildir. Yani birbirine benzer hiçbir plan yoktur. Kastamonu evine bakın Safranbolu evi ayrıdır, Karadeniz’e gidin ayrı, Mardin’e Urfa’ya gidin taş mimari ama hepsi birbirinden ilgi çekici, hepsi de başarılı birer tasarım. Rantabl mekân anlayışı yani bir mekanı çok rahat kullanmak, değişik amaçlı. Akılcı rasyonel zaten çözüm bu, yemek yerler yatarlar hem de salon olur mesela.**

Yöresel mimarinin korunmadığını ve hızla bozulduğunu görüyoruz. Aynı zamanda yapılan yeni binaların da insana hitap etmediğini de söyleyebiliriz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu kadar zengin cami mimarisi birikimimiz var dedim ama çağdaş camilerimiz de maalesef sefalet örneği. Bu kadar zengin geçmişimiz var cami mimarisinde fakat yeni camilerde çok kötü durumdayız. İlla belki klasik üsluba vurgu olsun diye yapılıyor, peki madem bu kadar klasik üsluba hassasiyet gösteriyoruz bunu neden konut mimarisiyle yapmıyoruz neden Türk evi inşa etmiyoruz, Türk mahalleleri yapmıyoruz, neden bu siteler bu gökdelenler bu aptal binalar yapılıyor! Yeryüzünde gökdelen yapmak için gökdelen yapan tek millet biziz, üst katlar hepsi bomboş kimse çıkamıyor oturamıyor, kendini rahat hissetmiyor yani. Niye bu inat? Ayrıca bu bizim mimarimiz mi? Eğer bizim mimarimizse anlatsınlar bize biz de anlayalım. Bizim bildiğimiz mimari her biri özgün tasarım olacak. Biz mimariyi okulda böyle öğrendik...

Çok tartışılan bir proje var; Haliç Metro Geçiş Köprüsü. Bu konuda ne söylersiniz?

Delik deşik olmuş Tarihi Yarımada, ne olacak sonu bilmiyoruz yani. Köprünün de üstüne durak yapmışlar, -tam ortasına durak yapmışlar- orada inen nereye gidecek? Statikçiler açıkladılar üstünde durması sakıncalı çünkü bir araç hızlı gittikçe hız oranında ağırlığı azalır. Yani uçak çok hızla giderse 100 tonsa 10 tona düşer ağırlığı belki 5 tona düşer yani havada savrulan arabaya vurursan gider ama yerde durursa itemezsin arabayı. Hızlandıkça hafifler. Zaten uçağın da en büyük riski inişiyle kalkışı. Böyle bir sıkıntısı var.

Silüete Süleymaniye’ye bir darbe vurmuş zaten estetiği ne olacak onun, yani Sinan’ın kimliğine bir son vermek istiyorlar galiba yani en büyük silüet bizim olsun derken bunun altında bu yatıyor. Yani kim kime ne yapıyor meydan okuyor, niçin?

Çamlıca’ya da klasik üslupta bir cami yapılıyor. Böyle bir cami zaten Ataşehir’e inşa edilmişti. Bu konuda neler söylersiniz?

Bilime de saygı yok, sanata da saygı yok. Sayın Başbakan’a söyledim, “Zatıaliniz çok büyük işler yaptılar, ama bu konuda zayıf düştük” dedim, yani cami işinde zayıf düştük. Bu devir kapanmış bitmiş, herkes Fuzuli gibi şiir yazıyor mu? Niye yazmıyor diye kalkıp şey yapar mıyız yani. Olmaz bitti, kapandı. Orası diyor ihtiyaç var, yahu nasıl ihtiyaç var? Her cuma belediyeler otobüs kumanya verip adam götürüyor kalabalık olsun diye. Yani taşıma suyla değirmen dönmez.

Ataşehir’e kandil günü gitmiştik, o kadar yoğun bir trafik vardı ki. Dayanamayıp çok geride inip yürüdük. Herkes de çok perişandı, ki bunların düşünülmüş olması lazım. Estetik açıdan da yanında gökdelen var siz götürüp yanına cami yapıyorsunuz o da hoş değil açıkçası.

Onu da söyledim, o camiyi yapan da gökdelenleri yapan da aynı görüşte insanlar. Nasıl oluyor bu? Hangisi doğru? Gökdelen doğruysa cami yanlış, cami doğruysa gökdelen yanlış. Ben yapmadım bunu. Çıt yok, kimseden çıt yok. Ayrıca dedim yani bu kadar klasik üsluba vurgu yapıyoruz cami mimarisinde, konut mimarisinde neden bu hassasiyeti göstermiyoruz?

(Röportajın tam metnini bu linkten okuyabilirsiniz: http://gorselgurultuler.wordpress.com)