Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sanki tarihin henüz yazıya geçirilmediği devirlerde gibiyiz; sanki bir "devletler hukuku" külliyatı hiç inşâ edilmedi; sanki milletlerarasında sulh ve sükûnun korunması için kurulan teşkilatlar hiç var olmadı; sanki insanlık tarih boyunca "güc"e karşı adaletin yükselmesi için gösterdiği onca gayreti hiç sarfetmedi! Yazık!

İktisatçılar, kaynakları yatırıma yöneltmekte düştükleri açmazı, "Top mu, tereyağı mı?" klişesiyle kısaltmayı tercih etmişlerdir; diyelim ki on liralık bir kaynağınız var, bu on lirayı silah veya gıda endüstrisine yöneltmek elinizde ve her iki yatırımdan da aynı derecede kâr elde edebileceğinizi biliyorsunuz. On liralık kaynağı topa da tereyağına da yatırsanız bu davranış kalkınma ve büyüme istatistiklerine ahlaki kayıtlardan bağımsız bir tarzda görünecektir. Bu noktada yatırımın adresi iktisadi bir tercih olmaktan çıkar ve siyasi, hatta insâni bir mesele haline gelir. Son zamanlarda iktisatçılar, yaptıkları işi ahlâki boyutlarından tecrid ederek sadece kıymet akışına indirgediler; böyle yaptıkları için onları kınayamayız çünkü "paranın dini, imanı, rengi ve milliyeti yoktur" sözü evrensel bir geçerlik taşıyor. "Savaş ekonomisi" denilen şeyin iç çelişkisini bu noktadan hareketle tartışmak mümkün; savaş yoluyla iktisadi kalkınma ve büyüme rakamlarını yukarıya çekebilirsiniz. Savaş esnasında ordular ve toplumlar farklı tüketim tarzına ve mallarına yönelirler ve bu gibi malların üretiminden, satışından elde edilecek gelir, diğerlerinden farklı değildir. Barış zamanlarında gaz maskesi satışları neredeyse yok gibidir ama savaş esnasında bu gibi malların ticareti derhal hızlanır vb.

Ah şu güvensizlik krizlerimiz!

Daha derin çelişki, savunma harcamalarında ortaya çıkacaktır. Her toplum, kendisinden daha saldırgan ve tehdidkâr olabileceğini varsaydığı muhtemel düşmanlarına karşı korunmak için savunma bütçesi yapar. Savunma harcamaları, normal zamanlar söz konusu olduğunda verimsiz gibi görünür. Mesela bir savaş uçağı ile yolcu ve yük taşıyamaz, hatta âcilen gerekse bile bir hasta bile nakledemezsiniz; son derece pahalı araçlardır ve savaşmaktan başka hiçbir şeye yaramazlar. Kezâ savaş gemileri, denizaltılar, zırhlı araçlar ve tanklar, elektronik savunma sistemleri barış esnasında eğitime, savaşta ise düşmanı tahribe yarayan pahalı sistemlerdir ve her toplum, bu pahalı oyuncaklardan daha fazlasını edinmek için arzu duyar. "Güvenlik", bütün çağların en mâkul, en etkili, en mâsum ve en saldırgan ideolojisidir; güvenlik kelimesinin geçtiği her toplantıda akan sular durur ve muhalif sesler kesilir. Güvenlik, ideolojiler üstünde bir ideolojidir.

Ne yazık ki bilinen insanlık tarihi boyunca hiçbir toplum veya devlet, "güvenlik için ayrıca harcama yapmak gereksizdir; biz kimseyi tehdid etmiyoruz ve kimse de bizi tehdid etmeyecektir" gerekçesiyle savunma sektöründen uzak durmayı göze alamadı. Müşterek tarihimiz, insanın hemcinsi için en yırtıcı mahlûk olduğunu doğrulayan olaylarla dolu. Çıkan her savaş, en azından bu savaşa katılan tarafların biri tarafından dünyanın en haklı eylemi olarak savunulmuş ve kitaplara yazılmıştır. Hatta bir asır öncesine kadar "tarih" denilince, sadece savaşçıların ve politikacıların rol aldığı olaylar silsilesi anlaşılırdı. XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde savaşçı ve siyasetçi olmayanların da tarihi olabileceği farkedilince (Annales Okulu), tarih disiplini yeni ufuklar kazandı ama nâfile. XX. Yüzyıl, bütün geçmiş asırlara rahmet okutacak derecede feci ve kapsamlı savaşlara sahne oldu. Milyonlarca insan öldü, ondan daha fazlası sakat kaldı ve hepsinden daha fazlası, yani bütün nüfus savaştan en kötü şekilde etkilenerek açlıkla, sefaletle, sosyal problemlerle ve savaşlara rağmen gittikçe büyüyen güvenlik ihtiyacı ile yüzyüze geldiler.

Sebepsiz bir savaşın eşiğindeyiz

Güvenlik ihtiyacını besleyen tek şey güvensizliktir ve güvensizlik, soluduğumuz hava, içtiğimiz su gibi tabii bir halde yaşadığımız ortamlarda var olan, kendiliğinden üreyen veya üretmeden rahat edemediğimiz bir şeydir; tabiatımızda mevcut bulunan bir şey. Her yıl dünyada güvenliğe toplam kaç milyar dolar harcandığını bilmiyorum ama şöyle bir tasavvurda bulunalım; eğer ülkeler arasında güvensizlik krizi olmasaydı başka ve daha insâni alanlara yöneltebileceğimiz müthiş bir kaynağa sahip olabilirdik. Tabii bu insanın tabiatındaki meleğin, insanın içindeki kötülüğe galebe etmesi anlamına gelmesi bakımından "imkânsız"la aynı şeydir. Ne var ki bugüne kadar yaşanan bütün güvensizlik krizlerinin, —gerçek sebebi ne olursa olsun— kamuoyu tarafından anlaşılabilir bir sebebi vardı; krizler hep kamuoyu tarafından, "bu savaş şu gerekçeyle çıktı" yaklaşımıyla mâkul görülen veya gösterilen bir senaryo yardımıyla meşrûlaştırılmıştı. Bugünlerde çıkması muhtemel (ve belki de çoktan başlamış bulunan) Irak savaşı, böyle bir meşrûluktan uzak olması bakımından belki de tarihin gördüğü en garip askeri harekât olacaktır. Bu savaş daha şimdiden Amerikan hükümeti tarafından, "çıkması gerektiği için çıkarılan bir savaş" olarak damgalandı ve biz işte böyle bir savaşın içine istemeden sürüklenmiş bir ülke durumundayız. Vaktiyle hayli başımızı ağrıtmış olsa bile Irak, bizim için öncelikli ve âcil bir güvensizlik tehdidi oluşturmamasına rağmen krizin tam ortasına çekilmemizin sebebi, başta değinmeye çalıştığımız sebeptir, yani savaş ekonomisi dediğimiz hadise, yani topla tereyağı arasında bir tercihte bulunmak gerektiğinde, silah endüstrisinin daha câzip görünmesi!

Globalizm globalizme karşı

Bugünlerde savaş aleyhtarlığı, gittikçe revaç bulan bir moda halini aldı; kimi "canlı kalkan" olmak için ortaya atılmakta, kimi de elinden geldiği kadarıyla Irak savaşını ve ABD'yi protesto gösterilerine katılmakta. Ne ayıplıyor ne de eleştiriyorum; ardında hangi sebep yatarsa yatsın böyle bir savaşa karşı çıkmak herşeyden evvel bir insanlık ahlâkı meselesidir. Ne var ki savaş aleyhtarlığı, dünya çapında etkili savaş lobisi karşısında çaresiz ve önem verilmeyecek derecede zayıftır. Belki tarih boyunca ilk defa dünya kamuoyu savaş aleyhtarlığında bu derece kapsamlı ve geniş bir güç haline geldi ve Globalizm taraftarları için müsbet bir örnek teşkil etti ama kehânet sayılmamalıdır ki, sivil toplum baskısı ile bu harekât engellenemeyecektir. Gösterilen deliller ve sebepler ne kadar gülünç ve yetersiz olursa olsun harekete geçirilen savaş çarkı dönecek ve yeni statükodan yeni iktisadi tablolar çıkarılacaktır.

Sanki tarihin henüz yazıya geçirilmediği devirlerde gibiyiz; sanki bir "devletler hukuku" külliyatı hiç inşâ edilmedi; sanki milletlerarasında sulh ve sükûnun korunması için kurulan teşkilatlar hiç var olmadı; sanki insanlık tarih boyunca "güc"e karşı adaletin yükselmesi için gösterdiği onca gayreti hiç sarfetmedi!

Yazık!