Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Türk" tebaasından biri olmak nedir, neye benzer, nasıl bir duygudur, neleri kapsar?

"Türk"ten kasıt ne, meselesine gelelim önce: Bu ülkede Türk, etnik aidiyetini tarif ederken Türk aslına bağlı olduğunu öne çıkarmaktan çok, başkaca (yani Arap, Çerkez, Kürt vb. gibi) referans göstermeyen bir topluluğun adıdır. Bir etnisite olarak Türklerin soy köklerini ırsî mantıkla geriye doğru sürmelerinin imkânı yoktur. Toroslar ve Ege mıntıkasında yaşayan bazı Türkmen aşiretlerinde etnik aidiyet duygusuna dokunmak belki mümkün ama kendini Türk sayan geniş kitle, buna benzer bir etnik orijin referansından mahrumdur.

Bu niçin böyledir, kısaca izah edelim: Tarihî kayıtlarımız, aile şeceresi çıkartmak için elverişli değildir, Tahrir defterleri vergileme esasına ve hane reisi anafikrine göre tutulmuştur; soy ilişkilerini göstermek itibariyle sistematiği yoktur. Nüfus sayımı ise mâlum, 1830'larda başlatılmıştır ve o kayıtlar bile şecere çıkarmak için yeterince elverişli değildir. Bu mânâda Türk, tarihsizdir. Aristokrasisi, Burjuvazisi yani hafızası yoktur. Türk, kendini gölün suyundan bir damla gibi kültürel bağlanışlarla Türk hisseder ve bu duygu ona kâfi gelir.

Devletin resmi ismini, aidiyet adresi olarak paylaşmak Türk'e hiçbir imtiyaz tanımaz, bilakis çoğu yerde yarışa geriden başlamasını gerektirir. Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan ve kendini Türk hisseden birinin devletle yüz-göz olmuşluk (akrabalık, sıcaklık, samimiyet, karabet) derecesi, variyetli ve şöhretli bir sülâlenin elli ikinci dereceden uzak ve fukara akrabası olmak gibi bir şeydir. Fiilen hiçbir anlam ifade etmez; Türkiye'de kendini Türk sayanlar, Türk oldukları için bugün kadar kayırılmamış, kollanmamış, öne çıkarılmamışlardır. Onların bu isim akrabalığından paylarına düşen, devlet adamlarının ara sıra söylediği güzel sözler, vecizeler, tatlı iltifatlardır.

Türkler kendilerini, -garip bir tarihi mantıkla- Osmanlı siyaset anlayışının tabii vârisi sayarlar; Osmanlıların son zamanlara kadar Türk lâfzını pek makbul tutmayışlarına bile alınganlık göstermezler. Türklerin en tarif edici politik vasfı devletin kütlesine temas ihtiyacıdır. Bir iltisak noktası temin ettiklerinde rahatlar ve kendilerini devletin cüzü sayarlar. Bu duygunun sahici olup olmadığı, nihai tahlilde lehine işleyip işlemediği onlar için önem taşımaz. Bu yüzden, "Ağanın malı gider, azabın canı gider" sözü Türk için söylenmiş gibidir.

Siyasi ve ekonomik ganimet paylaşmakta yırtıcı olmaması ve kendini 70 milyonda bir hisse sahibi olduğu tüzel kişiliğin sahibi sanmasına mukabil Türk, başkaca aidiyet iddiası taşıyan kişi ve toplulukların "hak" peşinde koşmasını anlayamaz. Kendisi esasen devlet denilen tüzel kişilikte somut bir hakka sahip olmadığı için bu gibi iddiaları şaşırtıcı ve samimiyetten uzak bulur. Devleti sahiplenir ama bu temellük, başkalarının sahiplenişini kıskanma raddesine ulaşmaz; bilakis başkalarının hak peşinde koşmasını garipser, anlayamaz, hatta incinir.

Fiiliyatta devlet, Türk'ün dilinden başka hiçbir kültür varlığını olduğu gibi resmen kabullenmiş değildir; kaldı ki Türklerin dili de devlet tarafından sistematik devrimlere uğratılmış ve Türklerin ilerde seküler bir dünya görüşünü benimseyeceği hesabıyla dilin içini İslami kavramlardan arıtarak laik bir dil inşa etme gayretine girişmiştir. Türk, kendisini Türk kavramına bağlayan kültür unsurlarında bile incitilmiş ve hor görülmüş olmasını fazlaca umursamamıştır çünkü Türk'ün şuuraltında devlet bir "dam altı"na (sakf), gölgeliğe benzer. Bu dam altında özel yer ve hak iddia edilmesini kendisi adına bile mânâsız ve sebepsiz bulur.

Ve Türk, son günlerde yürüyüp giden alt-üst kimlik tartışmalarından bir şey anlamamakta ama derinden derine incinmektedir.