Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Maç oynanmadan kazanılmaz" lâfı, futbol denilen basit ama çok câzip oyunu târif eden en aklıbaşında aforizmalardan biri gibi görünüyor. "Aphorism", atasözü, özdeyiş, vecize demek; doğruluğunu sınamadan güvenebileceğiniz değer hükümleri.

Düşünürken, karar verirken, mantığı işletirken aramadan edemediğimiz koltuk değnekleri bunlar ama doğrulukları kendilerinden menkûl. Her birimiz istesek, birbirini nakzeden onlarcasını bir nefeste sıralayabiliriz.

Bir maç oynanmadan da kazanılabilir pekâlâ; kazançtan ne anladığımıza bağlı bir keyfiyet. Belki anlaşılması güç gibi görünecek ama Kartaca'nın diktatörü nibal'e bir dostunun ikazını bu çerçeve içinde okuyabiliriz: "Anibal" demişti dostu ona, "Düşmanlarını savaşta perişan ediyorsun ama galip gelmeyi bilmiyorsun!". Galebe etmek burada eylemin sonuyla değil, öncesiyle ilgili bir zihni üstünlük olarak tecelli ediyor.


Gerçek kumarbaz zarı atmadan kazanandır. Cemil Meriç'in hâlâ kadri bilinmemiş muhteşem "Hind Edebiyatı" adlı eserinde (daha sonraları "Bir Medeniyetin Eşiğinde" ismiyle yayınlandı) Mahabharata'dan nefis bir mesel nakledilir. Sultan Yudhisthira, Kumarbaz Çakuni ile varına-yoğuna zara tutuşurlar ve Çakuni her oyunda, zarlar atılmadan söylediği tek kelime ile galebe eder: "Kazandık!"


Ve çok eski bir Uzakdoğu hikâyesi hatırlıyorum: Hevesli bir genç, yaşayan en büyük okçuluk ustasından yıllarca ders alır, azmeder, büyük maharetler sergiler ve günün birinde oksuz yaysız, yüzlerce metre yüksekte uçan, gözle zor seçilebilen bir kuşu sadece bakışlarıyla avlamaya muvaffak olur ve gururla ustasına döner; takdir edilmeyi ummaktadır ama ustası, çırağının neyle uğraştığını merak etmez bile. "Ne" der sadece; "Neden bahsediyorsun sen?" Bunun üzerine çırağı okunu-yayını kırar; okçuluğa tövbe edip en yüksek hareketliliğin hareketsizlik olduğunu kabullenerek yeni çıraklık devrine ilk adımı atar.


Musiki de öyle değil midir; seslerin güzelliği, âhenkle sıralanması, güzel sözlerle döşenmesi, rûhu alıp bir yerden yüksek irtifâlara götürmesi değildir en yüksek mertebesi. Musiki bir sükûnet, hatta sessizlik sanatıdır. Sessizlik, sesi altın bir zarf gibi sarıp hissedilir kılar ve onu çerçeveler.

Onun içindir ki intikamın en kanlı biçimi affetmektir derler.


Bugün maçımız var; abartılara aldırış etmeyin, sıradan bir maç bu. Yarın ise iki kapalı spor salonunda iki maç birden oynanacak; futbol değil, siyaset müsabakası; nâm-ı diğer: Kongre.

Çok daha önceden kazanılması gereken karşılaşmalardan bahsetmeye çalışıyorum...


"Aldı Yudhisthira:

Binlerce arabam var, sancak direkleri altın. Sancakları ipek. Atlarıyla savaşçılarıyla kumara basıyorum onları. Kabul mü?

Henüz sözünü bitirmemişti ki hain Çakuni tek kelimeyle cevap verdi: Kazandık!"


Zaferi müsabakanın sonunda beklemek herkesin kârı; vasati akıl böyle emreder, mantık da öyle, lâkin öyle düğümler vardır ki çözmeye kalkışmak çözümsüzlüğü körükler. Bu, bizim alışkın olmadığımız bir zihni durum; anlamak da zor anlatmak da.

Kazandığını sandıktan sonra aslında kaybettiğini fark etmek diye bir hâleti zihnimizde canlandırabilirsek belki vuzuha yaklaşmış oluruz.

Çakuni henüz zarlar atılmadan kazanıyordu ama hikâyenin nasıl sonuçlandığını nasıl bilebilirsiniz?


Kazanıldığı için kaybedilmiş ne çok maç, ne çok dâvâ, ne çok meydan okuma hatırlıyorum ki neticede kaybedenler yerinmiş, kazananlar sevinmişti.


"Aldı Çakuni:

Koca bir servet yitirdin Yudhisthira, kardeşlerin de gitti elden. Ne atların kaldı, ne arabaların. Şimdi ne basacaksın kumara?

Aldı Yudhisthira:

Kendimi.

Sözünü henüz bitirmişti ki Hilebaz Çakuni tek kelimeyle cevap verdi: Kazandık!