Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bulgaristan'ın Filibe şehrindeki Taşköprü Camii'ni adamlar içkili lokanta yapmış, kubbeye de terbiyesiz şeyler çizmişler; bizim gazeteler "ne ayıp" demeye getiriyor. Ayıp elbette lâkin bu gibi şeyleri ayıplamak için sicilimizin temiz olması lâzım.

Bu gözler sinema salonu haline getirilmiş kiliseler gördü vaktiyle; Bulgaristan'da filan değil, Türkiye'nin göbeğinde. Cemaati kalmadığı için ağıl yerine kullanılan, taşları sökülerek sağda solda kullanılan mâbedler de gördü. "Nerede bakalım bu mâbedler" diye merak edenler, tarihî eser envanteri yapan sanat tarihçilerinin raporlarına şöyle bir göz atabilirler.

Hepsinden daha acıklısı İslâm mâbedlerine revâ görülen muamelelere de şahit oldu ve okudu; ikinci cihan harbi yıllarında buğday silosu yerine, malzeme ambarı niyetine kullanılan câmilerimiz vardır. "Tek parti devridir, savaş yıllarıdır" diye bir mâzeret bulmak mümkün belki ama bir kısım cami horozunun, "yıkıp yerine betondan müheykel bir bina konduralım; alt katı dükkan, orta katı kurs, üst katı cami olsun" niyetiyle canına okuduğu o güzelim, küçücük, şirin ve ahşap mahalle mescidlerine ne demeli?

Bulgar makamları lokanta yapılan caminin -şu veya bu sebeple- vakıf niteliğinin kalmadığını, belediye malı halini aldığını ileri sürüyormuş. Âh! Bu bahane bize çok tanıdık gelmeli aslında; bu ülkede vakıf mallarının nasıl yağmalandığını, nasıl çarçur edildiğini, nasıl kamu veya özel mülk statüsüne dönüştürüldüğünü bilen bilir.

Bulgarlara niçin kızıyoruz ki; vaktiyle vagonlar dolusu arşiv vesikasını hurda kağıt fiyatına, selüloz niyetine Bulgarlara satan biz değil miyiz? Bu rezâleti tesadüfen yolu istasyona düşen tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, yük vagonlarından sağa sola dağılan arşiv evraklarının ne idüğünü merak edince ortaya çıkarıp da, artakalanının gönderilmesine bağıra çağıra engel olmamış mıydı?

Sahipsiz bir yıkıntının böğründeki köhne taş değil bu, arşiv vesikası!

Nitekim arşivimizin hatırı sayılır bir kısmı halen Bulgaristan'da bulunuyor; neyse ki onlar kadr ü kıymetini bilmişler de kâğıt fabrikasına yollayıp mukavva haline getirmek basiretsizliğini göstermemişler.

Yol geçecek diye yıktığımız çeşmenin, daha iyi koruyacağız diye harab ettiğimiz, hatta vaktiyle düpedüz "alfabe inkılâbına muhaliftir" deyû kazıdığımız kitâbelerin hesabı tutulmamıştır bu ülkede.

"Biz onların mâbedlerine iyi bakalım ki onlar da bizim yadigârımızı hoş tutsunlar" yaklaşımıyla, iğreti ve sun'i bir korumacılık hissiyle değil, din ve vicdan hürriyetine duyulması gereken tabii hürmet icabıyla yaklaşmak lâzım meseleye. Fasulye dininin, patates dininin müntesiblerine ait olsa bile mâbed mâbeddir. Cemaati kalmamışsa içine hayvan bağlamayacaksınız, sinema, gazino yapmayacaksınız, daha da fenası, "bunlar gün gelir tırnaklanır da işte kiliselerimiz bile hâlâ ayakta duruyor gerekçesiyle Anadolu'yu elimizden alırlar" vehmiyle yıkıp, hâk ile yeksân etmeyeceksiniz; ondan daha da fenâsı, içinizden hiç saygı duymadığınız halde "bizim ne kadar teennî ve tesâmuh sahibi olduğumuzu görsünler de bizi adam yerine koysunlar" diye de değil; kendi kutsalınıza duyduğunuz saygının icabı ile, özgüvenle, vakarla bakacaksınız meseleye.

Açık konuşalım, burada medenî hasletlerden bahsediyoruz; vaktiyle buralarda varlığı hissedilen ama nedense sonraları buhar gibi kaybolup giden insani niteliklerden bahsediyoruz.

Bulgarların yaptığı görünürde ayıp lâkin de demişler: "Birbirinden yüzü kara yavrularım benim!". Başkasını ayıplamak için kendi hânenizde "teseyyüb" bulundurmayacaksınız.