Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hayır, "Rakı da nereden çıktı, Türklerin milli meşrubatı şaraptır" muhabbetine dahil olmayacağım.

Aslına bakarsanız günün birinde rakı anafikirli bir şey yazacağım aklıma bile gelmezdi ama bu ikincidir, rakı meselesi üzerinde durmaklığım iktiza ediyor.

Ajanslarda artık garnitür haber diye arada geçiyor; zehirli rakıdan ölenlerin sayısı 25'i buldu. Sahte değil zehirli rakı. Bu ayrıntıyı atlamışız: Sahte rakı diye bilinen müskirattaki zararlı katkı maddesi (metil alkol müydü?) normalin tam 200 katı fazla imiş!

Şimdi diyelim ki, tez zamanda köşeyi dönmeyi kafaya koymuş bir suç çetesiyiz. İçki ve sair lüks tüketim mallarındaki ÖTV miktarı, astarı yüzünden pahalı raddelere geldiği için bodruma imbik kurup sahte rakı imâl edeceğiz ve bunu tanıdık lokantalara üç otuz kuruş paraya satıp yolumuzu bulacağız. Can alıcı sual şu; Ne kadar ahlâksız, numaracı, vurguncu olsak da artık ekmek teknemiz mevkiine geçmiş sahte rakıya, içeni birkaç saatte öteki tarafa intikal ettirecek miktarda zehir koyar mıyız?

Koymayız. Western filmlerinden hatırlarsınız. Wagoon arabaları ile kasaba kasaba gezip mucizevi ilaç satan sahtekârlar, ilâç şişelerinin içine şekerli su, karbonat vesaire koyarlar. Zehir değil!..

"Ama burası Türkiye" diyeceksiniz; tamam, rasyonalitemiz düşüktür; elin evine hırsızlığa giren adam, 70 liralık hasılatına sevinirken farkında olmadan cüzdanını, kimliğini, parasını düşürüp iki saatte yakayı ele verebilir. Rizeli bir mucit, dağın başındaki evinde yaptığı yerli malı cipi yola indirip safâsını sürmek için kara kara düşünür, bir başkası vefat eden annecağızını bodruma gömüp kadının atkısını, mantosunu, hatta kalın fitilli varis çorabını bile giyerek nice aydan beri bankadan emekli maaşını çekmeyi kâr zanneder; ama sahte rakı imâlcileri, rakıya zehir koyacak kadar hesap-kitap bilmez değillerdir.

Bu konuda internet aracılığı ile -başka yazarlara da ulaşmış olması gereken- bir dedikodu mektubu aldım. Ne derece dedikodu olduğuna birlikte karar vermek için özetliyorum. Diyor ki "Nilay" kod adlı mektup sahibi, "Bunca mesele dururken sahte rakı olaylarının Türkiye'de gündemin baş köşesine kurulması tesadüf olamaz; bunlar bir planın ve tertibin eseridir. Mesele Tekel'in özelleştirilmesi ile yakından ilgilidir. Zira Tekel özelleştirilmeden önce de sahte rakı hayli yaygındı; öyle olmasaydı hemen her vilayette birer ikişer sahte rakı çetesi yakalanmazdı. Üstelik Türkiye'de sahtecilikle pek denk tutulmayan ve "Boğma rakı" diye bilinen sektör de araya kaynadı gitti. Eğer sahte rakı meselesi, ucu seri ölümlere dayanan şekliyle aniden gündeme getirilmeseydi arzulanan maksat hâsıl olmayacaktı. Meselenin sansasyon haline getirilmesiyle, rakı ve sair içkilerin Türkiye'deki pazar payıyla ilgili büyük bir tertip sahneye konulmuştur."

Buraya kadar yazılanlar bana mâkul geldi. Devam edelim:

"Biliyorsunuz piyasaya bir süre evvel özel sektörün ürettiği bir başka rakı markası sürüldü ve Tekel'in rakısı ile rekabete başladı. Zehirli rakı olaylarının süratle gündeme getirilmesinden, insanların kandırılması ve nâhak yere katledilmesinden sonra bu piyasadaki gelişmeleri dikkatle takip etmek gerekir."

Tamam takip edelim; ama mektup sahibinin dilinin altındaki baklayı henüz öğrenemedik. Meçhul yazar, (yani Nilay kod adlı şahıs) diyor ki, "Şimdiye kadar yazdıklarım, şimdi yazacaklarım için zemin oluşturmak maksadıyla kaleme alınmıştı. İşin içindeki gerçek şudur. Piyasaya sürülen ("sahte" değil, dikkat) "ölümcül" rakıların müsebbibi falan ve fişmekan gruplarıdır. Daha fazlasını söylemek, kendimizi deşifre etmek olur. Çünkü bu derece gözü dönmüş insanların, bu tavrımıza vereceği karşılık bizi ürkütmektedir. Gizliliğimizin sebebi de budur."

Yeşilay'ın artık ortalıkta pek görmediğimiz meşhur bir sloganı vardı: "İçki öldürür, kumar süründürür". İçkinin nasıl öldürücü bir meşrubat olduğu bu vesileyle ispat edilmiş olduysa da Yeşilaycı kardeşlerimizin bu millî travmadan istifade ile saflarını sıklaştırabileceklerini zannetmem; zira bütün kavga, görünüşe göre sayıları durmaksızın artan "şârib-i leyl-i ve'n-nehâr" taifesinin tüketim alışkanlıkları üzerine binâ edilmiş gibi görünüyor.

Bu yazıdan "kıssadan hisse" çıkmaz; "vay canına" deyip geçiyoruz.