Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Vakt-i zamanında postmodern darbenin akabindeki demlerde lisede okuyordum.

5-10 kadar arkadaşla öğlen ara olunca doooğru camiye gider, öğle namazını eda ettikten sonra bazen pastanede, bazen de çorbacıda karnımızı doyururduk.

Lise 3'ün 2. döneminde devamsızlıklar fazlalaşınca, devamsızlıktan kalanlar çoğalmasın diye öğle arasında dışarı çıkışlar yasaklanmıştı da kantincimiz buna çok sevinmişti.

Biz de bu arkadaş grubuyla doğru soluğu merhum Kadir hocamızın odasında alırdık. Kadir hoca dediğime bakmayın siz, okul müdürümüzdü o.

Kendisi ilahiyat mezunu bir okul müdürü olduğundan bunu çekemeyenler aleyhinde kampanyalar yapar, okulu fesada verirlerdi.

Hocamız 28 Şubat öncesi dönemlerde Hz. Ebubekir Camii Şerifi’nde teravih öncesi va'z-u nasihatte bulunduğundan bu durum sonraları aleyhinde kullanılarak bir süreliğine görevden alınmıştı ama halk imza toplayınca yeniden görevine iade ettiler.

Günün birinde Kadir hocamızdan namaz kılmak için okul binası içinde yer göstermesini isteyince;

-Fizik Laboratuvarı bu iş için mümkün, demişti, bunun üzerine Malatyalı İshak;

-Hocam okuldaki bir kısım çağdaş hocalar başınıza bela açmasın dedi.

Okulda solcular azınlıkta olduğundan İslâmcı arkadaşlarla Ülkücüler kavga eder, bu kavgalarda da bazen yangın köşesindeki kazma kürek, kova vs. gibi hırdavat türü aletlerin kullanıldığı olurdu! Bunun üzerine yangın köşesindeki edevât, küçük kapısı kilitli bir odaya toplanmıştı. Kadir hocamız orasının uygun ancak pis olduğunu söyleyince biz hep bir ağızdan,

-Temizlik mesele değil hocam, siz yeter ki izin verin, dedik.

Galatasaray Süper Kupa'yı aldığında fanatik GS'lı sınıf öğretmenimizin teşviki ve Kadir hocamızın da izniyle sınıfı, imece usûlüyle sarı-kırmızıya boyamıştık. Sınıftaki bayan arkadaşlar yangın köşesini temizlediler eksik olmasınlar, sonra biz de o boyanın artakalanıyla yangın köşesini bir güzel boyadık. Yere de tiyatro salonundan artakalan fabrika halısından bir parça serdik ve nurtopu gibi bir mescidimiz oldu okulda.

Çağdaş ve laikçi öğretmenlerimiz bir hayli zaman mescidin kapısını gözetleyip durdular ama giren bir daha çıkmıyordu bir türlü! Hepi topu 5 metrekare olan bir odaya en fazla kaç kişi sığabilirdi ki?

İçeriye girenleri öğle arası bitene kadar çıkmıyor zannettiler öğretmenlerimiz uzun bir süre; zira odanın arkasındaki küçük kapıdan çıktığımızı düşünememişlerdi veya akledememişlerdi!

Cumalarda ise bahçe kapısı açılır ve cuma namazına semt camisine rahatça gidebilirdik.

Bir keresinde cuma günü öğle sonrası dersin başlamasına 10 dakika kala camdaki arkadaş;

-Arkadaşlar herkes aşağıya baksın deyince meraklandık, “N'oldu ki?” diye harala-gürele cama koştuk ki ne görelim; bahçedekiler hep birden Kadir hocaya bakıyorlar bakmayanları ise kaş-göz işmarıyla bakmaya davet ediyorlardı. İp atlayanlar, voleybol oynayanlar, birbirini kovalayanlar bir anda durdular; zaman âdeta donmuştu. İlerici öğretmenlerimizin çileden çıktığını görür gibiydik; herkes, ağzı hayretten bir karış açık bu manzarayı seyrediyordu.

Okul bahçesinde başında beyaz dantel takkesiyle bir adam, kimseye aldırış etmeksizin yürüyordu ve bu adam oradan tesadüfen geçmekte olan bir inşaat işçisi, bir esnaf değildi; inadına takım elbiseli üstelik kravatlıydı da. Atatürk büstünün civarına gelene kadar kimse müdahale edemedi, neden sonra nöbetçi öğrenci, bazı öğretmenlerimizin yüreğine su serpen ikazı seslendirdi,

-Kadir hocam, takkeyi başınızda unutmuşsunuz! deyiverince hoca hiçbir şey olmamış gibi, okul binasına girmeden önce, sakin hareketlerle takkeyi katlayıp cebine yerleştirdi ve Cumhuriyet'in temelleri bir sarsıntıdan daha o anda kurtuldu.

Üniversiteli olduğumuzda Kadir hocanın İlçe Milli Eğitim Müdürü olduğunu öğrenince ziyaretine gittik, elini öptük, hayır duasını aldık, beraber fotoğraf çektirdik.

Üniversitedeyken 5 sene boyunca, sevişen gençlerin olmadığı boş sınıf aramak zorunda kaldım namaz kılmak için...

Komünizmi hiç yaşamadım yaşım itibarıyla ama cuma namazlarını koca kampüste medikonun bodrumunda kılmak ve bacılarımızın kampüs içinde başı kapalı dolaşamadıkları için en yakın yerden kampüs dışına çıkarak başlarını örtüp otobüs durağına gelmeleri ve soğuk kış günlerinde saatlerce kampüs dışında otobüs beklemeleri gibi bir şeydir herhalde... Kaldı ki otobüsler kampüs içinden kalktığından onlar ya otobüslere binemez, binseler de hep ayakta, çoğu kere ancak basamakta yer bulabilirlerdi.

Kadir hocamız, okullarda seçmeli Kur'an ve siyer derslerinin nasıl uygulanacağının görüşüldüğü toplantılardan birinden evine geç saatte döndükten sonra üçüncü kere geçirdiği kalp krizi sonucu ruhunun ufkuna yürüdü. Allah kabrini pür-nur eylesin. Bizleri de affetsin.


Fark ettiniz; yukarıdaki metin bana ait değil, bundan üç-beş hafta önce okul binalarında talebe göre mescid yeri gösterilmesi maksadıyla kaleme aldığım yazıdan hislenerek kaleme-kâğıda sarılan bir okuyucumun mektubu.

İsmini adresini kaydetmemişim; hakkını helâl etsin, kendisinden özür diliyorum. Mektup o kadar güzel, o kadar samimi ve sıcak bir hikâye anlatıyordu ki sizlerle paylaşmadan edemedim.


Kulağa pek munis gelen bir şey değil lise çağındaki gençlerin öğle veya ikindi vakti eriştiğinde huzursuzlanıp ille de kazâya bırakmadan namaz kılmak için titizlenmeleri; alışkın değiliz ama alışmalıyız; öyleleri varsa böyleleri de var çok şükür!

Yayın âleminin yiğitleri: ‘Büyüyen Ay’, ve ‘Kitabevi’

“Süheylî'den Duyulmadık Hikâyeler”, “Pendnâme-i Attar Şerhi”, “Menâkıb-ı Hünerverân”, “Tehzibü'l-Ahlâk”, “Tuhfetü'l-Ümerâ ve Minhatü'l-Vüzerâ” ve daha nice mümtaz Türk-İslâm klasiği... Bu eserlerin müşterek noktası “Büyüyen Ay” Yayınları tarafından anlaşılır ve istifade edilir bir takdimle okuyucuya sunulmuş olmaları.

Büyüyen Ay Yayınları da hemşehrisi olmakla öğündüğüm Mehmed Varış'ın “Kitabevi” Yayınları gibi, satış rekoru kırması beklenmediği için ticâri şansı pek parlak görünmeyen değerli eserleri meraklısına ulaştırırken şövalyevârî bir tavır sergiliyor. Kültür Bakanlığı ve sair devlet yayınları, klasik kaynak yayınından -bence doğru bir kararla- çekildikten sonra meydanı, işte böyle idealist yayın kuruluşlarının alması gerekiyordu.

Bayrağı yere düşürmedikleri ve –inadına klasik ve okunası- eserler yayımlamaya devam ettikleri için “Kitabevi”ne ve “Büyüyen Ay”a destek olmamız lâzım. Aklınızda bulunsun; bu yayınevlerinin neşrettiği şeyler arasında ilginizi çeken birisi mutlaka vardır.

O kitabı bulup satın alırsanız, bir kitap sahibi olmaktan daha fazla bir şey yapmış olacaksınız.

Bilgi için: “buyuyenayyayinlari.com.tr” ve “kitabevi.com.tr” adreslerini inceleyebilirsiniz.