Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kıyısından otomobille geçtiğimiz köyü hemen tanıdım; bu köy, gençlik yıllarımda parti propagandası için konuşmacı olarak ziyaret ettiğim iki beldeden biriydi. Aradan otuz sene geçmiş.

70'li yıllarda sadece gençler değil, ortaokul öğrencisinden emeklisine, ev hanımlarına kadar herkes siyasi bir tavır takınmak zorunda kalıyordu. Siyasete ilgisiz kalmak, mahalleyi basan sel sularına aldırış etmemek türünden bir kayıtsızlık, neredeyse ayıp sayılıyordu. Normal zamanlarda siyasi kanaat sahibi olmaktan farklı bir mensubiyetti bu; bir çeşit korunma içgüdüsü belki.

O yıllardan sonra siyasetle hep sıradan vatandaş gözüyle ilgilendim; öyle ilişki kurdum; bunun tamamen irâdi bir tercih olduğunu ileri sürerek kendime bir hisse çıkarmak istemiyorum; belki daha genç yaşlarda siyasete doğrudan girmek şansım olsaydı böyle davranmazdım ama sonraki yıllarda siyasetin özel türde şahsi özellikler gerektirdiğini gözlemledim. Bilfiil siyaset şansı bulsaydım bile bu şansı iyi kullanamayacağım âşikârdı, çünkü o nitelikler -her neyse- bende yoktu.

Daha sonraları tanıdıklarımdan siyasete giren, vekil, bakan olanlar çıktı; vaktiyle ilişkimizin ve samimiyetimiz derecesi ne olursa olsun bu dostlarla aramızda zamanla mesafeli bir soğukluk oluştuğunu hissettim; bu soğukluk tek taraflı değildi, evvela benden kaynaklanıyordu. Bugün bile bir yakınımın ikbâl basamaklarında yükseldiğini görsem, "Yarabbi, beni buna muhtaç etme; birşey istemek mevkiinde bırakma" diye niyaz ederim. Bu duada şahsi bir kompleksin eserini görmemek mümkün değildir ama yaşanmış bazı tecrübelerin hissesi de vardır. İkbâl yollarında iktidar kullanabilecek mevkie gelenler, önceleri yakın çevreleriyle ilişkilerini eskisi gibi sürdürebileceklerini düşünürler ama kısa zamanda bu fikrin doğru olmadığını kabullenmek zorunda kalırlar. İktidara herhangi bir suretle dokunmak, onunla temasa geçmek insanı değiştiriyor, değişmek zorunda bırakıyor. Otomobile binerken o güne kadar kapıyı kendi elleriyle açanlar, günün birinde başlıca işlerinden birisi de sizin kapılarınızı açmak, pardösünüzü tutmak, çantanızı taşımak, ceketinizi askılığa asmaktan ibaret birini hizmetinde bulunca, alçakgönüllülük tabiatında samimiyetle dirense bile ısrarının işe yaramayacağını görecektir. Gücün en belirgin vasıflarından birisi farkedilir olması, daha doğrusu güç sahibini farkedilir kılmasıdır; bu alâmetlerden kaçınamazsınız; hele sözünü ettiğimiz güç, kaynağını devlette buluyorsa...

Bir arkadaşım anlattı geçenlerde: Bir dostunun teşviki ile -kendisini ilgilendirmemesine rağmen- müşterek bir tanıdığı ziyaret ve tebrik için Meclis'e gitmiş, gayet iyi karşılanmışlar. Sohbet esnasında vekil, dışarıya çıkmak zorunda kaldığında odaya yeniden her girişinde bizim ziyaretçiler ayağa kalkıyormuş; durumu farkeden vekil, "lütfen bari siz yapmayın, mahcub oluyorum, biz kardeşiz yahu" yollu şeyler söylemiş. Birkaç ay geçtikten sonraki ikinci ziyarette arkadaşım, ilk ziyarette aldığı ruhsata güvenerek girip-çıkmalarda istifini bozmamış; "ama her defasında bana yan gözle 'kim bu küstah adam' diye baktığını ve bakışlarıyla her girişte ayağa kalkmam gerektiğini hissettirdiğini farkettim" demişti.

Bir okuyucu siyasetçilerden yakınırken diyor ki, "Ne hikmetse insanlar belli koltuklara oturunca kişilikleri değişiveriyor. Yani çok güvendiğimiz, 'tamam işte aradığımız kahraman bu' dediğimiz kimseleri sonradan tanıyamıyoruz. Niçin acaba? Yoksa siyaset dedikleri bu mu?"

Evet aynen bu; güç insanları değiştirir; iktidar alâmetlerini kullanmakta alçakgönüllülük göstermek, neticede iktidar mevkiinin elden gitmesine sebep olur.

Az önce değindik; işin görünür alâmetler faslı var: Meselâ vekil veya yüksek bürokrat iseniz iyi giyinmek, etrafınızdakileri de öyle görmek zorunda kalırsınız. Çoğunlukla geliriniz artar, tüketim alışkanlıklarınız farklılaşır. Korumanız, özel sürücünüz, kapıcınız, sekreteriniz size isminizden çok unvanınızla hitab edecekler, şeklî de olsa saygı göstereceklerdir. Katıldığınız toplantılarda yeriniz "protokol" sıralarında ayrılmıştır. Artık sıradan ihtiyaçlarınız için alışveriş edemeyecek, hiçbir kuyrukta sıra beklemeyecek, insanlarla randevu ile görüşecek, hatta bir yakınınızı aramak için bizzat telefon düğmelerine basmaktan bile mahrum kalacaksınız. Doğrudan telefon açıp "ben filanca" diye kendinizi tanıtmayı bir süre sonra küçültücü bulmanız bile mümkündür. İlle bir sekreter sizin yerinize o işi görecek ve sekreterin takdimi (daha doğrusu ihtarı) ile telefon görüşmesi yapabileceksiniz.

Çevreniz değişecek, etrafınızda hep güçlü insanlardan oluşan yeni bir muhit peyda olacaktır. O insanlarla temas ederken zamanla kemikleşmiş ilişkileri sürdürmek zorunda kalacaksınız. Kapınızdan her çıkışta, bazı insanlar hareketlenecek, kendilerine çekidüzen verip ayağa kalkacak, vücut diliyle saygı gösterisinde bulunacaklar.

Ve bir süre sonra siz buna alışacak ve tabii bulacaksınız. Bu ilişki biçimini özel bir samimiyet gösterisiyle altüst etmeye kalkışanları ise artık yadırgayamaya başlayacağınızı ilaveye lüzum var mı?

Bunlar iktidar sahibi olmanın şeklî arazları; bir de doğrudan siyaset ve devlet adamlarını ilgilendiren "içi beni, dışı seni yakar" faslı var; onu da ihmâl etmeyelim.

Okuyucunun "işte aradığımız kahraman bu olsa gerek" diye gönül bağladığı insanların siyaset sürecinde farklı bir insan haline gelmesinin öteki sebebi, kısaca "bekâra hanım boşamak kolay" diye tâbir ettiğimiz haldir; insanlar sorumluluk taşımadıkları sürece, sorumluluk sahiplerini çok farklı bir gözle eleştirir ve kendilerine fırsat tanındığı takdirde her türlü haksızlığı, yolsuzluğu, hırsızlığı önleyeceklerini ileri sürerler ama siyaset, sıradan insanların beklentileri ve davranışlarıyla yürümez. Orada dengeler, bu dengelerin birazcık sarsılmasıyla oluşabilecek engeller, taraflar ve güç odakları vardır. Siyasetin özel türde bir karakter taleb etmesi işte bu noktada belirgin hâle gelir. Özellikle bizim gibi parlamenter demokrasilerde seçilmiş siyasetçiler, yürütme mevkiine geldiklerinde aslında değiştirebilecekleri pek az şeyin olduğunu görüp şaşkınlığına uğrarlar; onları sınırlandıran ikinci ve en önemli unsur ise bütçe darlığıdır. Siyasete ilgi duyanlarımızın çoğu, bizzat yürütme görevi üstlenmedikleri sürece siyasetin bir bütçe imtiyazı olduğunu farketmezler. Mali politikalarımızın genel çerçevesini IMF belirlemeye başladıktan sonra ise zaten siyaset yapma aralığı fiilen daralmış bulunuyor.

Böylece, "hayır ben değişmedim, ne isem oyum" kanaatinde olsanız da, iktidar lezzetlerini tattıktan sonra başka birisi haline gelirsiniz. Bu noktada içimizden çıkıp siyasette veya bürokraside yüksek yerlere gelenleri fazlaca itham etmemek lâzım diye düşünüyorum. Siyaseti taleb edenler, onu bir bütün halinde benimsemek gerektiğini kısa zamanda anlıyorlar; olguyu uzaktan seyreden bizler için durum şudur; herhangi bir şekilde iktidar denilen şeye dokunmadıkça, onun nasıl bir şey olduğu hakkındaki bütün gözlem ve önfikirlerimiz teori seviyesinde kalacaktır.