Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Silâh dramatik bir âlet; savunurken nâmus kadar mübârek, saldırı aracı olarak zulmün en dolaysız timsâli. Kendi başına bir çelişki yumağı.

Dünya hiçbir zaman "ne onunla ne onsuz" yapamadı. Biz Kabil'in torunlarıyız; uzak ceddimiz ölü bir sığırın çene kemiğiyle kardeşini katletmişti. O günden beri insanlık yaşatmak ve öldürmek için deli gibi didiniyor. Mukaddes kitaplar "öldürmeyeceksin" diyor; aldıran kim?

Bugünlerde televizyon ekranları silâh meşheri gibi; yüzen, gezen, uçan, gören, işiten, hisseden, yakan, parçalayan, delip geçen, kovalayan ve yakalayan akıllı Amerikan silâhları sadece bir süper gücün pazu kuvvetini temsil etmekle kalmıyor, âşüfte bir vitrin mankeni gibi yeni alıcılarına göz kırpıp duruyor. İşin sanayi ve ticaret kısmını farketmemek imkânsız; birileri silâh fabrikalarında çalışıp "rızk"ını kazanarak akşam olunca evine "ekmek" götürüyor. Yan sanayilerle birlikte yüzbinlerin geçim kapısı olmuş Silâh endüstrisi; elâlemin GSMH hesabı, toplam üretim miktarı böylece artıyor. Teknik ve ilim "kör bir sadâkatle" Silâh sektörüne servis verirken bir istihdam kapısı bulmuş olmanın hoşnutluğuyla mesrûr.

Bir savaş uçağıyla kaç ilkokul yapılabileceğinden dem vurarak o çok sık tekrarlanan edebiyatın etkisizliğinden uzak kalacağım; yanlışlığından değil, çok tekrarlandığı ve bu yüzden "görünebilir" bir gerçek olmaktan çıktığı için. Silâh konusunun kimilerine önemsiz gelecek bir başka yönünden bahsetmek istiyorum.

Hamdolsun savaş görmüş bir kuşak değiliz biz; bazı Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi çoluk—çocuğun daha oyun çağında silâhla düşüp kalktığı bir ortamda büyümedik. Silâh bizim için polisin belinde, jandarmanın sırtında gördüğümüz ama nasıl kullanıldığını filmlerde öğrendiğimiz bir nesneydi. Gündelik hayatta silâh yoktu. Üniversite yıllarında ise Türkiye'yi idare edenlerin keskin ferâseti yüzünden "takma yürek" tâbir edilen o soğuk suratlı delikli demir, yaşıtlarımızın koynunda gezmeye başlamıştı. İşte bu ortamda nâdirattan da olsa silâh taşıyanlar, bunu bir ayıp gibi gizlerdi; sadece polise yakalanmak korkusundan değil, ayıp olduğundan da değil ama mutlaka silâhın bir gösteriş unsuru olarak kullanılmaması yolunda varılmış ortak bir mutabakattı bu.

Şimdi aslında daha ziyade silâha benzeyen bir sürü oyuncak kaldırımlarda satılıyor; hatta bunlarla banka soyanlar, uçak kaçıranlar bile var; silâh, oyuncak sektörünün en gözde figürü; sinema, televizyon ve yayın sektöründe gün boyunca defalarca burnumuza dayanan bir sevimsizlik unsuru. O yetmiyormuş gibi şimdi de Körfez krizi münasebetiyle bütün televizyonlarımız Amerikan savaş endüstrisinin örtülü ve açık reklâm bantlarını kapışa kapışa yayınlıyorlar. Teknolojik üstünlüklerine lâf yok ama bunlar niteliği itibariyle "kalleş" silâhlar; düşmanın gözünün akını görmek bir tarafa, düşmanı sadece bilgisayar ekranında birtakım noktacıklar olarak algılayan ve bu yüzden tetikçilerini savaşın tradejisine yabancılaştıran bir tabiatları var. Kalleş silâhlar çünkü sahip olmak için birkaç devlet dışında her ülke milyonlarca dolar ödemek, bakım, yedek parça, mühimmat açısından bağımlı kalmak ve üstelik imalatçı ülke ile iyi geçinmek zorunda. Silâh teknolojisinin bu kadar azmanlaşmasının belki de hayır umulacak tek tarafı, artık savaş başlamadan galibin üç aşağı—beş yukarı kestirilebilmesi; ne var ki bu da yeterli olmuyor; savaşları alevlendiren tarafların denkliği değil ki, bilakis taraflar arasındaki güç uçurumu da savaşı körüklüyor.

Bizim nesil Kore harbine yetişemedi; Vietnam ise çok uzaklardaydı ve sadece gazetelerde gördüğümüz siyah beyaz bombardıman çukuru fotoğraflarından ibaretti. Bir ara öyle sandım ki bundan sonra artık savaş çıkmayacaktır; gaflet gözümü Kıbrıs harekâtıyla açtım ve ne yazık ki o tarihten beri hiç kapatma fırsatı olmadı.

Silâhsız bir dünya hayali güzel ama dayanıksız bir ütopya; o kadarını ummuyoruz doğrusu ama hiç değilse pis bir silâh fetişizmi haline gelen şu silâh meddahlığının da çekilir yanı kalmadı. Belgesel film mâsumiyeti ile seyirciye "yedirilen" Amerikan hayranlığına karıştırılmış silâh gösterileri tiksinti verici boyutlara ulaştı. Gören de bizim bazı televizyon kanallarını Amerikan silâh endüstrisinin gizli hissedarlarından zanneder.

Körfez krizi görünürde Irak'ın hâlâ ürettiği farzedilen kimyevi veya biyolojik silâhlar yüzünden başladı. Harpte zehirli gaz veya bakteri kullanmak insanlık suçu, kabul. Peki, atom bombası kullanmak nasıl birşey acaba; haydi diyelim ki atom veya hidrojen bombası II. Dünya Savaşı'ndan beri kullanılmıyor ama herkes biliyor ki o bombalardan binlercesi şu anda gizli üslerde saklanıyor; yani toptan imha edilmedi. İş onunla bitse iyi, bakteri yayan biyolojik silâh üretmek sadece Saddam'ın marifeti değil ki; mesela Birleşmiş Milletler uzmanları şöyle geniş bir vakitte Amerika'nın silâh üslerini teftişe çıksalar acaba neler bulurlar dersiniz?

Atomdan bakteriden de vazgeçtik; şu bildiğimiz TNT ile veya dededen kalma karabarutla çalışan bomba imâl etmek insanlık suçu değil mi? Öldürmek için üretilen silâhlar arasında şu insanidir, bu vahşiliktir diye tefrike gidip gariban kenar ülkelerinin ensesinde boza pişirmek çok mu hakşinaslık oluyor?

Nefret yahu nefret; nasıl bir dünya oldu bu yaşadığımız?