Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Pencereleri hâlâ açık tutabiliyoruz ama gidişat bellidir; yaz mevsiminin son günleri bunlar. Bahar sevinci kısa sürdü, sıradışı yaz sıcakları genel seçimin telâşesine karıştı. Bu senenin eylülü habersiz geldi. Gazeteci milleti aylardan beri hayâlini kurdukları tatilin kendilerini ıskaladığını geç fark ettiler.

Yaz bitti; okul mevsiminin eli kulağındadır. Talebeler için mevsimlerin en sevimsizi. Adam olacak çocuklar hariç elbette; onlar, okulun ilk günlerinde kompozisyon dersinde verilen "Tatilde neler yaptınız" ödevine hep aynı cevabı yazarlar: "Çok sıkıldım, okulumu, öğretmenlerimi özledim". Tatillerde okulu, öğretmenleri ve arkadaşlarını hiç özlemeyen biri olarak böylelerine hep gıbta etmiş ve aylâk tabiatımdan ötürü gizli gizli utanmışımdır.

Lâfı değiştirmeyelim; geçen sene bu zamanlar (bıldır derler ya hani), "önümüzdeki yaz çok sıcak geçecek" neviinden endişeli beklentilerle birbirimizin korku katsayısını artırıyorduk. Sıcaklıktan kasıt, icabında genel seçimlerin askıya alınmasını gerektirecek fecî ve dehşet verici hadiselerin birbiri ardına sökün edeceği idi. Danıştay baskını ve Hrant Dink'in katli bu beklentileri doğrular mahiyetteydi ama neyse ki ardı gelmedi. Emniyet güçleri çeteleşme faaliyetlerini etkisiz kılmakta tam mesai yaparak okkalı bir takdiri hak etti. Türkiye kazasız belasız seçimini gerçekleştirdi (bu arada Yüksek Seçim Kurulu'nun başarısını takdirle vurgulamak gerekir; temiz, olaysız ve hızla sonuçlara ulaşılan bir seçim süreci yaşadık. Seçimin teknik tarafını çoğumuz hissetmedik bile). Ardından cumhurbaşkanı değişti ve bu değişim yazılı kurallara uygun cereyan etti.

A, baktık ki Cumhuriyet tehlikede filan değilmiş; yazılı kurallara herkes itaat ettiğinde ve saygı gösterdiğinde problemler aşılabiliyormuş. Bu yaz esnasında yaşananların Cumhuriyet'i nasıl tahkim ettiğini, Cumhuriyet fikrinin halk tarafından nasıl ciddiye alındığını ve benimsediğini de artık fark etmenin zamanı gelmiş olmalıdır. Rejimin geleceğinden fena halde endişelenip karalar bağlamaya hazırlanan "evhâmî" takımı elbette bu fikirde değildir ve onlar zuhuru muhtemel yeni, gizli ve sinsi tehlikelerin şifrelerini kırmakla meşgul bulunmaktadırlar. Halbuki minnettar olmaları gerekmez miydi; 2007 yazında olup bitenler, rejimin metânetini, kriz çözme kabiliyetini ve toplumun rejimle bir sıkıntısının olmadığını gösterdi. Bu senenin Cumhuriyet Bayramı'nı kutlarken artık daha sahici ve elle tutulur bir gerekçeye istinad edebileceğiz.

Yoo, henüz ortalık güllük-gülistanlık değil; halledilmesi ve aşılması gereken önemli meselelerimiz var, fakat şu mâhut başörtüsü dâvâsı bunların arasında yer almıyor; o kendi kendimize icat ettiğimiz, çıkarılması ve çözümü de beş kuruşluk bütçe harcaması ve entelektüel enerji gerektirmeyen zâhiri (sanal) bir sıkıntı. Bazı doktorların uygun gördüğü tâbirle "tamamen ruhsal". Bu krizin hâlâ devam ediyor olması, mevcut siyasî aktörler tarafından çözümsüzlüğünün daha fazla işe yaradığının anlaşılmasındandır. (bkz: gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla meseli!)

Ciddi mesele güneydoğu meselesidir ve ABD'nin güneydoğu hududumuzda kendine zoraki komşuluk pâyesi ihdâs etmesi, problemin tutuşma ve itfâ katsayısını anormalleştirmiş durumdadır. Mesele artık iç hukukun ufkunu aşmış görünüyor fakat evhâmını kontrol edebilen bir Cumhuriyet için meselenin halli Kaf Dağı'nın ardında değil. Kendisiyle barışık ve gücünden emin bir Türkiye, bu krizin altında ezilmez.

Pek fark etmedik ama 2007 yazı hiç de fenâ geçmedi;

Bir de şu okullar olmasaydı!